Bundan tam 100 yıl önce Rusya’da Vladimir Lenin liderliğindeki Bolşevik Parti Ekim Devrimi ile iktidara geldi. 20. yüzyıla damgasını vuran bu olayın 100. yıldönümü geriye bakıp değerlendirme yapmak için bir fırsattır. Ekim Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği 1991’de tarihe karıştı. Rusya şimdi (vahşi) kapitalist bir ülke. Ama bazı yönleri ile Sovyet sistemini hatırlatıyor. Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümünü nasıl anmak gerektiği Putin için bir sorun. Kendisi Sovyet sisteminin ürünü olsa da devrimlere sıcak bakmıyor. Çarlık Rusyası’na, kiliseye sahip çıkıyor. Ama Sovyet dönemini reddetmek de istemiyor. “Sovyetler Birliği’nin yıkılması 20. yüzyılın en büyük jeopolitik trajedisiydi” sözleri Putin’e ait. Bakalım Putin Ekim Devrimi’ni nasıl anacak?
Biz 1917’ye dönelim. Devrimin lideri Lenin 1917’ye kadar hayatının büyük bölümünü Avrupa’da sürgünde geçirir. Oradaki kütüphanelerde çalışır ve kitaplarını yazar. 1917 Şubat Devrimi ile Romanov monarşisi yıkılır ve Lenin Rusya’ya dönmeye karar verir. Nisan 1917’de ülkesine döner ve 7 Kasım’da (Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917’de) başlayan devrimle partisini iktidara taşır. Devrim gerçekleştiği zaman Rusya nüfusunun sadece yüzde üçü işçiydi. Marksist teoriye göre sosyalizm gelişmiş kapitalist ülkelerde kurulacaktı. Rusya gelişmiş kapitalizmden çok uzaktı. Lenin elbette bunu biliyordu ama kısa süre içinde gelişmiş kapitalist ülkelerde de devrim olacağına inanıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu felaketlerin Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde de devrime yol açacağından emindi. Devrimler gecikmeyecekti. Bilindiği gibi Avrupa’da devrim girişimleri oldu ama kanlı bir şekilde bastırıldı. Lenin’in en büyük umudu olan Almanya’da devrim girişimi boğuldu. Batı devletleri Lenin’e karşı mücadele başlatan “Beyazlara” askeri destek gönderdiler ve böylece Rusya korkunç bir iç savaşa sürüklendi. “Kızıl terörle” “beyaz terör” çatıştı. Bolşevikler 1921’de iç savaşı kazandılar ama bunun ülkeye faturası çok ağır oldu.
Lenin sadece gelişmiş kapitalist ülkelerde devrim olmasını beklemiyordu. Sömürgelerde yaşayan halkların da sömürgecilere karşı ayaklanacaklarını düşünüyor ve onlara destek veriyordu. Bunun en önemli örneklerinden biri Anadolu’da Mustafa Kemal liderliğindeki milli mücadeleye Sovyet Rusya’nın verdiği destekti. Lenin, Birinci Dünya Savaşı’na ta başından karşı çıkmış, Ekim Devrimi’nden sonra ülkesini savaştan çekmişti. Tabii Brest-Litovsk Anlaşması Rusya’nın Almanya’ya önemli toprak kaybetmesini içeriyordu.
Bu koşullarda dünyanın en büyük ülkesi, uçsuz bucaksız Rusya topraklarında “tek ülkede sosyalizm” girişimi başladı. Lenin 1924’te öldü ve yerini Stalin aldı. Stalin döneminde yaşananları biliyoruz. 1937’de Bolşevik liderlerin çoğu kurşuna dizildi. Stalin dönemi konusunda geniş bir literatür var. Burada bunların detayına girme olanağımız yok. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği süper güç oldu. Rakibi ABD ile her alanda yarışa tutuştu. Bu mücadeleye “Soğuk Savaş” adı verildi ve sonuçta Soğuk Savaşı ABD kazandı. 1991’de tek kurşun atmadan Sovyetler Birliği dağıldı. Ekim 1917’de başlayan deneme başarısızlıkla sonuçlanmış oldu. Sistemin niçin başarısız olduğu ve çöktüğü konusunda da çok şey yazıldı. 2017’de Sovyetler Birliği bizim için tarihtir ve böyle ele alınması, incelenmesi gerekir.
1917’de Lenin Rusya’dan sonra Avrupa’da da devrimlerin başarıya ulaşacağını düşünürken sosyalist ülkelerden oluşacak bir dünya, “enternasyonal” hayal ediyordu. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile “kapitalist enternasyonal” oluştu. Tüm dünya kapitalist oldu ve buna küreselleşme dendi. Fukuyama “tarihin sonunu” ilan etti. Tabii tarih sona ermedi ve şimdi çok farklı bir tablo ile karşı karşıyayız. 2017’de “küreselleşmenin sonu” üzerine kitaplar yazılıyor. ABD’nin hegemonyası zayıflarken Çin gibi yeni aktörler dengeleri değiştiriyor. Soğuk Savaşı kazanan Batı toplumları ciddi sorunlarla karşı karşıya. Muazzam eşitsizlik bu sorunların başında geliyor. 2008 mali krizi bir çok şeyi değiştirdi. Konuştuğumuz konular Donald Trump, Brexit, otoriter popülizmin yükselişi gibi konular. Kapitalizm dünyası için 1991’de herşey parlak görünüyordu. Şimdi durum tamamen farklı.
Elbette tarih tekerrürden ibaret değildir. Sovyet deneyimini inceleyeceğiz ama insanlık daha adil bir toplum arayışında geriye değil ileriye bakacak. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve sosyal adalet sağlayan bir sistem başarılı ve çekici olabilir. Tek adam, tek parti, dikta rejimleri başarısızlığa mahkumdur ve insanlara mutluluk getiremez. Hiç kuşku yok ki insanlık adil toplum arayışını sürdürecek.