Bu mektup, insanlığın, insan evlatlarının göz göre göre, bile isteye, sırf rant uğruna, acımasız bir rant hırsıyla katkedildiği İsias’ta biricik evladını, Asya Tülek’i kaybeden, tek tek 72 can parçasının o enkazdan çıkarılmasına yardım eden, bir insanın asla görmemesi gereken şeyleri gören, asla hissetmemesi gereken şeyleri hisseden, asla yaşamaması gereken şeyleri yaşayan bir babanın, Mehmet Tülek’in isyanıdır…
Ey adalet! Sen de gör, sen de hisset, ki bir daha bu kötülükleri görmeyelim, yaşamayalım, hissetmeyelim….
**********************************************************************************************
“Adalete Mektup
Ben 6 Şubat’ta İsias hotel enkazında kızını kaybeden bir babayım.
Deprem günü sabah ulaştım Adıyaman’a.
İsias’ı ararken onlarca enkaz gördüm.
“Bu mu? Bu mu?” diye sorarak ilerlerken, görüp görebileceğim en kötü enkazın önünde buldum kendimi.
İşte bu dediler İsias.
Üzerinde devasa betonarme bir dam (o kaçak katın damı işte bu!) altında kum yığını , hiçbir boşluk, hiçbir aralık yok, tuz buz olmuş her şey, sadece kum.
O zaman çıktım işte enkaza ve 6. günün sabahı son kaybımızı da çıkarttığımızda indim enkazdan.
Ne mi gördüm enkazda? Elimle parçalayabildiğim kolonları, kafam kadar dere çakıllarını, nevrülsüz uzantısı olmayan kaynaklanmış demirleri.
Üç dört katın en fazla bir metreye sığacak şekilde yığılıp kaldığını gördüm.
Zemin halısından anlayabiliyorduk ancak bir kattan diğer kata geçtiğimizi. Hiçbir yaşam boşluğunun kalmadığını, nasıl yattılarsa aynı şekilde kum yığınından çıkarttığımız evlatlarımızı gördüm.
Ve ilk defa bir teşhis çadırı da gördüm.
İşte orada da melek kızımı son kez gördüm. Ona tek söyleyebildiğim “Sen benim bu hayattaki en kıymetlimsin.”
Yani anlayacağınız bu vicdansızlar bizleri de gömdü orada toprağa. Her biten günde, daha da yaklaştım ölüme diye sevinir mi insan.
Neyse çok uzatmayacağım. Onlarca depremden ders çıkartmayan, aynı acıları belirli periyotlarla hep yaşayan bir ülkenin insanlarına sıradan geliyordur zaten bunlar.
Dönelim enkaza… Arama kurtarma ekipleriyle birlikte, hukukçu, mühendis arkadaşlarımız da geldi yanımıza. O zaman başladı aslında hukuki mücadelemiz.
Notlar, fotoğraflar, videolar numuneler…
Sonrasında alanında uzman onlarca profesör ile enkazda gözlerimizle gördüklerimizi raporlarla somutlaştırdık.
İsias teknik anlamda en iyi çalışılan davadır.
Sonuç olarak bir binanın yıkımına neden olabilecek; beton, demir, yanlış proje, projeye uygunsuzluk, fazla yük bindirme, taşıyıcılara müdahale, zemin analizi yapmama, kaçak kat, kaçak asansör… (yani bir binanın yıkımına etkisi olabilecek ne kadar kusur varsa hepsi var bu binada)…
Bu suçların hepsini bir arada başka hiçbir deprem davasında bu kadar somut bulamazsın.
Bu durumda bile olası kast vermeyip, çok yıl ceza almışlar gibi gösterip yatarı bir iki yıl olan başka bir ceza ile mi cezalandıracaksın ?
Bununla da kalmıyor kusurlar… Usulsüzlük ve sahtecilik var (projesi olmadan alınan ruhsat gibi), yalan beyanlar ve saklanan başka şeyler var.
En kötüsü de vicdansızlık, şeytani bir gaddarlık var.
Senin otelindeki çocuklar enkazın altında kalacak, oraya gideceksin yardım çığlıklarını duyacaksın ve kılını kıpırdatmayacaksın.
Otelin para kasasını sorup arayıp ayrılacaksın. Bu kişilere gerçek anlamda bir ceza kesilmesi için daha ne yapmalarını bekliyorsun.
Gelelim adalet kısmına, ben senden gerçek anlamda bir adalet beklemiyorum ki zaten.
Bir baba için kızı ne demektir? Bunu her kız babası bilir. Kızın senin en büyük aşkındır; annenin, eşin esamesi okunmaz onun yanında.
Bir sarılması tüm dertlerini unutturur insana.
Bir de ona bir şey olursa korkusu, bu düşünmek bile istemeyeceğin hiç yaşamadığın derecede büyük bir korkudur.
Ve bu kişiler bile isteye kızımı benden aldılar onu kum yığınına gömdüler.
Bu durumda ne midir adalet? Verin bu kişileri bana , kızımı o kum yığınından çıkarttığım bu eller ile gömeyim onları oraya.
Onun için ben senden gerçek adaleti zaten talep etmiyorum.
Sadece beni vicdanımla muhasebe yapmak zorunda bırakmayın, kızımı bile isteye toprağa gömen bu vicdansızların elini kolunu sallayarak aynı pişkinlikle ortalıkta dolandığını görmesin bu gözlerim diyorum.
Ve yalvarıyorum; bu ülkede adaletin olduğunu, suçların yapanların yanına kâr kalmadığını, bile isteye katliam yapanların hâk ettikleri gibi müebbet aldıklarını bize gösterin diyorum.
Kim bilir belki de dedikleri gibi çok uzaklarda değilsindir adalet, en yakın zamanda karşılaşabilmek ümidiyle.
Melek Asya’nın babası…”