Önceki gün son zamanların en keyif aldığım sohbetlerden birini yaptım.
1963 yılından başlayarak Kıbrıs Türk halkının yaşadıklarının hem tanığı hem parçasıyım.
Sohbet akışında zaman tünelinde yolculuk yaparak değerlendirdim önemli kilometre taşlarını.
Hadsiz insanlara muhatap olmaktan yoruldum.
Öyle insanlar var ki, yaptıkları servetle toplumla aralarına duvar örenler var. Toplumla bir kahve bile paylaşma kültürleri yok.
Toplumla sosyal anlamda iç içe yaşamadıkları için, utanma duyguları da yok.
***
1974 öncesinde ekonomimiz yoktu.
Sorgulanacak sistemden bahsetmek zordu.
1974 dönüm noktası oldu.
1974’e gelirken bugünün büyük işadamlarının bir – ikisi hariç geriye kalanlar ya iş dünyasında yoktu ya da olanlar küçük dükkan sahibiydi. Olanların da popüler olanlar küçük işyerlerinde tezgah başındaydı.
Üretici olanların işyeri taş çatlasa 100-150 metrekare, çalışan sayısı da ona göreydi.
***
Türkiye’nin Özal dönemine kadar kapalı bir ekonomik yapısı söz konusuydu.
Rum’un ganimetiyle palazlanmaya başlayan iş dünyası, Türkiye’nin kapalı ekonomisine kocaman bir deliği Mersin limanından açtı.
İspanya’nın Mora battaniye, Fransa’nın Pyrex fabrikası üretimlerinin önemli bir bölümünü Kuzey Kıbrıs üzerinden BAVUL TURİZMİ operasyonuyla Türkiye’ye yaptı.
Battaniye üreticileri, Kuzey Kıbrıs’tan talebe akıl erdirememiş o zaman. Herkes üçer beşer alsa bile talep edilen miktar yine akıl almazdı.
Rahmetli Turgut Özal’ın ekonomik reformlarına kadar bu devam etti.
Bavul ticaretinin adı bavul turizmi oldu.
Başka bir ülkede asla görülmeyecek kocaman tekerlekli valizler üretildi.
Onlarla taşındı.
Kuzey Kıbrıs ekonomisinde palazlanma hız kazandı.
Gün geldi o kapı kapandı.
Kapanana kadar da atı alanlar Üsküdar’ı çoktan geçmişti.
Küçücük bir dükkanda üç beş televizyon satanlar sihirli dokunuşun, “YÜRÜ YA KULUM” demesiyle yürümeyi boş verin şaha kalktılar!!!
***
“Sular, şarıl şarıl akarken” bazıları havuzlarını taşacak kadar doldururken, hükümet edenlerin işbirlikçi politikalarıyla devlet, günlük yaşadı.
Ülkede gelir dağılımında adalet hiç düşünülmedi.
Kamu çalışanlarının ve emeklilerin kazançlarını, yolun sonunda taş çatlasa on iş adamına taşıdığı görmezlikten gelindi.
İş dünyasında namusuyla vergisini verenlerin sayısı, uzun yıllar bir elin parmaklarını bulmadı.
Sanayileşmeden uzak duranlar, bu düzenin “akıllıları” oldu.
Parayı çok kazananlar kendilerini en akıllı zannetti.
Hiç risk almadan dünya ölçeklerinde zengin olanlar oldu.
Gün geldi parasının çokluğunu akıl göstergesi olarak algılayanlarla yüzleştik. Önce aynaları kırdılar, sonra vicdanlarını parçaladılar… Parçalanmış vicdanlar hala toplumsal huzur için ciddi tehdittir.
Bu durum acımasızlığı da beraber getirdi tabii.
***
En kritik dönemlerde Kuzey Kıbrıs’ta hükümet edenler devletin kendi ayakları üzerinde durmasını hep lafta bıraktı.
İmkan olduğu zaman, kendi ayakları üzerinde duran bir yapı oluşumu için hiçbir şey yapılmadı.
Bizim Maliyemiz, iki yakasını bir edemezken, torbayı dolduranların geliri için gözler kapatıldı.
Dar ve sabit gelirlilerle uğraşıldı hep.
Memur ve emeklinin sağ eliyle aldığını sol eliyle çarşının üç beş ismine verdiğini görmezlikten geldiler.
Türkiye’nin aktardığı paralar da yolun sonunda üç beş kişinin banka hesaplarını şişirdi.
Kimse yanlış anlamasın, Türkiye, KKTC’deki ihale mafyasını görünce, kritik ihaleleri Ankara’da yaptı.
Geçenlerde duydum. Önceden haberdar olunan projelere göre inşaatların metre kara maliyetiyle oynanıyormuş.
***
Bir ülkede devlet zenginken, iş dünyası dahil, vatandaşlar fakirse, yoksulsa orada demokrasi sorunu ve adaletsizlik var demektir.
Bunun tam tersi bir ülkede devlet, çalışanlar fakirken, küçük bir grup zenginse orada adaletsizlik gene var ama bu adaletsizliği besleyen sistemde önemli bir sorun var demektir.
***
Bunlar benim yıllardır, her fırsatta söyleyip yazdıklarımdır.
1974’ü esas alırsak, 51 senede ne değişti? Siz söyleyin…





