1. Haberler
  2. Yaşam
  3. Beklentisiz İyiliğin ve İnsan Olmanın Tekâmülü

Beklentisiz İyiliğin ve İnsan Olmanın Tekâmülü

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Derler ki, insanın kalbi bir ayna gibidir. O aynaya baktığınızda gördüğünüz sadece yüzünüz değildir; niyetiniz, beklentiniz, hatta gizlediğiniz tüm arzularınız da oradadır. Benim yolculuğum, işte o aynaya cesaretle bakmakla başladı.

Bir gün fark ettim ki, yaptığım iyiliklerin ardında incecik bir ip vardı. Teşekkür beklemek… karşılık görmek… anlaşılmak istemek… O ip görünmezdi belki, ama ruhumun özgürlüğünü bağlıyordu.

Bir üstadın sözünü hiç unutamam:
“Evlat, beklentisiz iyilik, ruhun kendi öz suyuyla çiçek açmasıdır. İnsan arındıkça saflaşır; saflaştıkça sevgi için yer açılır. Ve cesaretle konfor alanının dışına atılan her adım, seni insan olma yolculuğunda bir üst safhaya taşır.”

Geçmiş hayatların yankısı hâlâ üzerimdeydi. Bir salgın şehrinde, insanlara su taşıdığımda minnet değil, kuşku gördüm. Bana “aptal” dediler, “enayi” dediler. Oysa içimde sadece safça iyilik vardı. İşte o an karma sessizce not aldı: İyilik, gerçekten beklentisiz miydi, yoksa görünmek mi istiyordum?

Bu sınav bana öğretti ki, ruhun tekâmülü alma–verme döngüsüyle ilerler:

  • İlk safha almak için almaktır. İnsan sadece kendi ihtiyacını gözetir.
  • Sonra almak için vermek gelir; bir şey kazanmak için verir.
  • Ardından vermek için almak safhasına geçilir; verirsin ama karşılığı olsun istersin.
  • Ve nihayet: vermek için vermek. Karşılıksız, beklentisiz, sırf vermenin kendisi için…

İşte orada ilahi olanla bağ kurulur. Çünkü sevgi, ne talep eder ne hesap yapar. Sadece akar.

Erich Fromm’un Sevme Sanatı’nda söylediği gibi:

“Sevgi bir duygu değil, bir etkinliktir; bir şeyin içinde olmak değil, bir şeyin içinde kalmaktır. Sevgi, çalışmayı, ilgiyi, sorumluluğu ve disiplini gerektirir.”

Fromm’un bu sözleri, bize sevgiyi bir “duygu parlaması” değil, sürekli yeniden seçilmesi gereken bilinçli bir pratik olarak gösterir. Beklentisiz iyilik de böyledir: Bir anlık heves değil, her gün yeniden işlenen bir sanat. Çünkü iyilik de sevgi gibi, emek, sorumluluk ve uyanıklık ister.

Ve işte tam da burada sınırların önemi ortaya çıkar. Saf kalabilmek için, içimizdeki sevgiyi koruyabilmek için sınırlar gerekir. Çünkü saf olmak, her şeye boyun eğmek değildir. Kime ne kadar vereceğini bilmek, nerede duracağını seçebilmek, sevginin de iyiliğin de sürekliliğini sağlar. Fromm’un dediği gibi sevgi “çalışma” ister; işte bu çalışma, sınırlarımızı çizebilme cesaretini de içerir.

Ama yolculuk yalnızca sınırlarla bitmez. İnsan, dünyevi hazların ötesine geçtiğinde yeni bir sınavla karşılaşır: Canlılığını nasıl koruyacak? Dünyevi arzulardan tat alamaz hâle gelen bir ruh, yaşamın enerjisini nereden çekecek?

İşte burada ilahi olanın ışığı devreye girer. Çünkü insan haz duygusunu terk etmez; sadece yönünü değiştirir. Dünya nimetlerinde doymayan kalp, göklere bakar; oradan gelen ışıkla beslenir. Bu ışık, gözle görülmez ama gönülde hissedilir. Her nefeste ciğerlere dolan hava gibi, ruhun derinliklerine süzülen bir nurdur.

Dünyevi haz, sahip olmakla gelir; ama ilahi haz, olmakla doğar. Sessiz bir zikrin içinde kalbin ritmine karışan bir huzur, hiç kimsenin veremeyeceği bir sevinçtir bu. Bir şeyi elde ettiğin için değil, sadece var olduğun ve varlığını kaynağa teslim ettiğin için kalbine dolan tatlı bir dirilik…

Tasavvuf ehlinin “vuslat sarhoşluğu” dediği budur. Bedenin değil, ruhun sarhoşluğudur bu: Yanmadan ışıyabilmek, sahip olmadan doymak, karşılık beklemeden sevebilmek. İnsan, dünyevi olanı bıraktıkça boşluğa düşmez; aksine, o boşlukta ilahi ışık için yer açılır. Ve ışık gönle doldukça, yaşamın bütün canlılığı da oradan taşar.

Bedenin gıdası ekmek ve su ise, ruhun gıdası da budur: İlahi kaynaktan çekilen ışığın hazzı. Ve bu haz, dünyevi hazzın aksine tüketmez; bilakis insanı tazeler, güçlendirir, her sabah yeniden diriltir.

Irmak akar. Kimisi kana kana içer, kimisi çamur diye küçümser. Ama ırmak ne içeni över, ne küçümseyeni umursar. Onun doğası akmaktır.
Ve insanın doğası da budur: İyilikten vazgeçmemek, hazzını ilahiden almak.

Sonunda anladım ki; almak için almak, almak için vermek, vermek için almak ve vermek için vermek… Hepsi aynı yolun duraklarıdır. Yolun sonunda bizi bekleyen şey ise yalnızca sevgidir.

Ve bu sevgiyi bir “sanat” olarak öğrendiğimizde, insanla ilahi arasındaki köprü tamamlanır.

Fromm’un dediği gibi:

“Sevgi, insana insan olma cesaretini verir.”

Beklentisiz İyiliğin ve İnsan Olmanın Tekâmülü
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin
Bize Katılın