1. Haberler
  2. Yaşam
  3. Kendini Sevmenin Gerçek Yüzü

Kendini Sevmenin Gerçek Yüzü

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsanın kendisiyle ilişkisi, çoğu zaman en zor ilişkidir. Kendi içinde iki ses taşır: biri sürekli almak isteyen, doyumsuz ve gürültülü ses; diğeri ise paylaşmayı, vermeyi, iyileştirmeyi fısıldayan sessiz ses. Bu iki ses arasındaki gerilim, bireyin en büyük içsel çatışmasını oluşturur. Bugün yaşadığımız dünyada da aynı çatışmayı görmek mümkün: savaşlarda, iklim krizinde, sosyal medyanın görünürlük yarışında. Hep daha fazlasını isteyen bir ego ile, “birlik” ve “ihsan” çağrısı yapan bir kalbin karşılaşması. Peki, kendini sevmek dediğimizde, bu çatışmanın neresindeyiz?

Kendini sevmek, egoyu bastırmak ya da yok saymak değildir. Tam tersine, egonun ateşini tanıyıp ona yeni bir yön vermektir. Çünkü alma arzusu olmadan verme arzusu da olgunlaşmaz. Birçok mistik gelenek bu arzuyu vahşi bir ata benzetir: serbest kaldığında yıkar, ama ehlileştirildiğinde seni menziline taşır.

Günümüz dünyası bu ikilemi en sert biçimde yaşıyor. Bir yanda daha fazla kâr uğruna doğayı hoyratça tüketen şirketler, diğer yanda iklim için sesini yükselten gençler. Bir yanda “ben” i öne çıkaran savaş politikaları, diğer yanda sınırları aşarak “biz” diyen insanlık hareketleri. Aynı çatışma bireysel düzeyde de sürüyor. Sosyal medyada görünür olma arzusu çoğu kez egonun doyumsuzluğuna hizmet ederken, aynı mecralar bir yardım çağrısının, bir dayanışmanın aracı olduğunda ego hizmete dönüşebiliyor.

Bu yolculukta insan önce açlığını fark eder. “Ben hep almak istiyorum” cümlesi bir yenilgi değil, bir başlangıçtır. Ardından gelen ayrım kritik önemdedir: “Ben bu değilim, bu içimden geçen.” Bu farkındalık, egoyu kimlikten ayırmanın ilk adımıdır. Sonra niyet devreye girer. Kişi kendine sorar: “Bunu yalnızca kendim için mi istiyorum, yoksa başkasına da dokunacak bir faydası var mı?” İşte bu soru, alma arzusunu ihsanın hizmetine çevirmenin pusulasıdır.

Yolun bir diğer durağında gölgeyle tanışılır. Kıskançlık, kontrol etme ihtiyacı, onay açlığı… Bunları reddetmek yerine tanımak gerekir. Çünkü gölge, seni kötü yapmaz; yalnızca bir eksikliğini görünür kılar. O eksiklik şefkatle kabul edildiğinde, başkalarına saldırmak yerine tamamlamaya yönlendirir. Nelson Mandela’nın şu sözleri bu dönüşümü derinleştirir: “Öfke bir zehirdir; onu içip karşındakinin ölmesini beklemek gibidir.” Ego da böyledir: bastırıldığında zehirleyici, dönüştürüldüğünde ise iyileştirici bir güce dönüşür.

Kendini sevmek ayrıca sınır koymayı da içerir. İhsana yönelmek “kendini yağmalatmak” demek değildir. Hakiki ihsan, başkasına fayda verirken seni yakmayan ve kimseyi bağımlı kılmayan akıştır. “Evet” in kadar “hayır” ın da ihsandır. Kendini korumak, verişini berrak tutar. Bugün artan tükenmişlik sendromunun arkasında, insanların vermekle kendini feda etmeyi birbirine karıştırması vardır. Oysa gerçek ihsan, hem verenin hem alanın büyümesine yol açar.

Dönüşümün bir parçası da almayı öğrenmektir. Teşekkürle kabul edilen bir hediye, başkasının verme sevincini onurlandırır. Böylece akış tamamlanır. Alma arzusu burada da dönüştürülür: yalnızca bana değil, benden başkasına da fayda olsun diye kabul edilir.

Zamanla bu yolculuk kişiyi sessizliğe getirir. Daha az yargılar, daha çok gözlemler. Merakla bakar, şefkatle dinler. Ego hâlâ vardır, ama artık ateşi başkalarının üşüyen ellerini ısıtan bir ocaktır.

Kendini sevmek, aynada kendine gülümsemekten ibaret değildir. Bu yolculuk, egonun alma arzusunu bastırmadan, onun enerjisini vermeye, paylaşmaya, iyileştirmeye yönlendirmektir. Dünya bugün bu dönüşüme her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Çünkü savaşların, krizlerin ve bencilliğin ortasında ancak bireysel dönüşümler kolektif bir iyileşmeye kapı açabilir.

Günün sonunda şu fark ediş kalır: İnsan hâlâ ister, hâlâ arzular. Ama artık sadece kendisi için değil, bütüne hizmet için ister. İşte o zaman kendini sevmek, bütünsel sevgiye açılan bir kapı olur. Çünkü aksi, yalnızlığa ve yıkıma çıkar. O yüzden bugünlerde kendine dönüp şu soruyu sormak belki de her zamankinden daha kıymetli: İçimdeki arzuyla savaşmayı mı seçeceğim, yoksa onu dönüştürmeyi mi?

Ve belki de yanıt, büyük bir bilgenin sözlerinde gizlidir: “Sevgi, insanın kendisinden taşan en saf armağandır; onu vermeyi öğrenmeyen, hiçbir zaman gerçekten sahip olamaz.”

 

Kendini Sevmenin Gerçek Yüzü
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin
Bize Katılın