Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen “kayıp şahıslar” kararı, Kıbrıs Türk halkına bir şeyi yeniden hatırlattı: birlik olabilmeyi.
Uzun zamandır aynı cümlede yer almayan isimler bu kez yan yana geldi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri…
Hepsi aynı noktada birleşti:
“Kayıplar siyasetin değil, insanlığın konusudur.”
Bu duruş, bir tepki değil; bir toplumun iç sesi, ortak vicdanıdır.
Çünkü bu mesele yalnızca 1974’ün hikâyesi değil. 1950’lerden bu yana, iki toplumun belleğinde yer etmiş bir acının adıdır “kayıplar.” O yüzden kimse bu acıyı tek başına sahiplenemez.
Avrupa Parlamentosu’nda alınan kararın niyeti ne olursa olsun, tek taraflı bir bakış taşıdığı açık.
Bazen iyi niyetle atılan bir adım bile, taraflardan birini görmezden geldiğinde adaleti gölgeler.
Kıbrıs Türkü bunu görüyor, hissediyor.
Ve bu kez sessiz değil.
Kıbrıs Türk halkı, Brüksel’e açık bir çağrıda bulunuyor:
“Geliniz, acılarımızı bölmeyin.
Bir anıt dikecekseniz, onun gölgesi iki topluma da düşsün.
Kayıplarımızın anısını siyasetin değil, insanlığın diliyle yaşatalım.”
Bu çağrı bir serzeniş değil, bir davettir.
Barışın dili, bildirilerde değil; birbirini dinleyen yüreklerde bulunur.
Bu ada, geçmişi unutarak değil; geçmişle yüzleşmeyi becererek iyileşir.
Kıbrıs Türk kurumlarının, siyasetinin ve toplumunun bu ortak sesi, milli menfaatlerin ve insani değerlerin aynı cümlede buluşabileceğini bir kez daha gösterdi.
Velhasıl, mesele yalnız Brüksel’in aldığı bir karar değil; Kıbrıs Türkü’nün kendi içinden yükselttiği bir sesin yeniden duyulmasıdır.
Ve o ses diyor ki:
“Biz bu adada acılarla değil, insanlıkla hatırlanmak istiyoruz.”





