En sonda ifade edeceğimi en başta ifade edeyim; Eğer mağdur adalet sisteminden adalet dileniyorsa, mağdurdan önce o adalet sisteminin kendisi adalete muhtaçtır demektir…
1999 Gölcük depreminde tarifsiz bir felaket yaşandı, envai tür sahtekarlıkla yapılan, yapılmasına göz yumulan bina müsveddeleri saniyeler içinde tuzla buz oldu, bazıları denizin içine sürüklendi, dolgu zemin çöktü, içindeki insanlarla birlikte binaları da yuttu.
Tarifsiz bir dehşetti, yaşananlar… Üstelik de bu tür bir depremin olacağı biliniyordu, yani her şey göz göre göre, bile bile olmuştu.
O bina müsveddelerini yapanların, yapılmasına müsaade edenlerin kimler olduğu biliniyordu, ama sadece birkaç kişi yargılandı, sadece birkaç kişi göstermelik cezalar aldı, gerisi o binalardan çok daha çürük olan insani adalet sistemi sayesinde paçayı yırttı, günahlarının bedelini sormak İlahi adalete, yani Tanrı’ya kaldı…
Gölcük felaketinde bir tek Veli Göçer olası kasıtla birden fazla kişinin ölümüne neden olmak” suçundan yargılandı ve 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı, ancak Rahşan Affı ve zaman aşımından yararlanarak yaklaşık 7,5 yıl hapis yattıktan sonra tahliye edildi…
Gölcük depremi ile ilgili olarak iki binden fazla dava açıldı, ancak adaletin ve devlet sisteminin çürüklüğü yüzünden sadece birkaç kişi uyduruk cezalar aldı, onlar da cezaevine girmedi bile…
İşte bu depremden çok daha tehlikeli çürük zihniyet, yapanın yanına kar kalır zihniyeti, paçalarından cehalet, arsızlık, hırsızlık, uğursuzluk, doyumsuzluk akan mahlukatları daha da cesaretlendirdi ve Türkiye’nin dört bir yanı kaçak, göçek, sahtekarlıkta sınır tanınmadan dikilen bina müsveddeleriyle dolduruldu, 99dan beri olan diğer şiddetli depremlerde de binlerce insan öldü, yüzlerce bina yerle bir oldu, ama yine akıl konmadı…
6 Şubat felaketi de resmen göz göre göre geldi, saniyeler içinde 40 bin apartman türü konut yıkıldı, koskoca Türkiye devleti bir anda çuvalladı, ne yapacağını şaşırdı, Gölcük depreminde 35 bin askeriyle iki saat içinde sahaya inen TSK’ya iki gün boyunca kılını kıpırdatma izni bile verilmedi, EMASYA protokolünün ortadan kaldırılmasıyla Türkiye’nin en büyük yardım gücü ortadan kaldırıldı, AFAD tam anlamıyla çakılıp kaldı, milli seferberlik ilan edilmedi, Türkiye’de hemen yardıma koşabilecek bütün belediyeler yardıma çağrılmadı, yardıma koşanlar da harabeye dönmüş şehirlerin girişlerinde bekletildi, birçok binada sağ kurtulup, yıkıntı altında kalan insanlar feryat ede ede can verdi, neticede 14 bin binada hiçbir yaşam belirtisi bulunamadı, 26 bin binada kısmen bulunabildi, kayıp sayısı 53 bin dendi, ama gerçek kayıp sayısının belki de yüzbinleri bulduğu gerçeği de hiçbir zaman açıklanmadı, açıklanmayacak da…
Adalet sistemi de halen gerek inşaatları yapan, gerekse kamuda görevli olup da onların yolsuzluklarına, soysuzluklarına çanak tutan ahlaksız katillerin kafasını çatır çatır ezeceğine, nasıl yaparım da bu ahlaksızlara göstermelik cezalar veririm, başımdan savarım derdinde…
Bir tek Alpargün davasında hakimler hem hukuğu, hem de vicdanlarını çalıştırdı ve baş katile ibretlik bir ceza kestiler, yapılması gerekeni yaptılar…
İsias denen katliam ucubesine gelince;
Çocuklarımız dahil, tam 72 insan evladının katledildiği İsias denen katliam ucubesinin yapımına Gölcük depreminden önce sözde aile apartmanı olacak şekilde başlandı… Başlandı başlanmasına da, çeşitli sebeplerle inşaatı yarım bırakıldı, yıllar içinde atıl kalan inşaatı resmen eridi, çürüdü, sonra da tehlikeli bina olarak belediye tarafından mühürlendi…
Derhal yıkılması gereken, en adi malzemeden ve hiçbir bilimsel kritere bağlı kalmadan inşa edilen çürük bina müsveddesi, sahibi Ahmet Bozkurt tarafından binbir entrika ile kullanıma açtırıldı, otele çevrildi, otel izni alındı, zaten çürük olan binanın kolonları araba parkı ve dekor amaçlı kesildi (otelin yıkılmadan önceki fotoğraflarında bütün bunlar görülmekle birlikte, yıkım sonrasında istenen teknik raporlara her nedense girmedi), kendini zor taşıyan ucube binaya kaçak kat çıkıldı, zaten işi bitmiş çürük binanın içinden bütün katlar yırtılarak bir de asansör yapıldı, kendini taşıyamayacak ve tekme atsan yıkılacak durumdaki ucubenin durumunu kamufle etmek için dıştan da yüzlerce tonluk giydirme yapıldı.
Kısacası, derhal yıkılması ve ortadan kaldırılması gereken bu çürük binanın bir katliam tuzağına dönüşmesi için her şey sırf üç kuruşluk rant uğruna, bile bile, göz göre göre, mal sahibinin ve belediyedeki suç ortaklarının işbirliği ile, isteyerek yapıldı.
Nerdeyse 2,5 sene süren göstermelik yargılama sonucunda katiller çetesinin bir kısmı göstermelik cezalar aldılar, bir kısmı beraat etti, Hasan Aslan denen 15 yıl ceza kesilen katil ise halen firarda… Güya koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti bu caniyi bulamıyor!… Bu dünyanın en güçlü iç güvenlik sistemlerinden bir tanesine Türkiye Cumhuriyeti sahiptir, isterse havada uçan milyon tane sivrisineğin arasından özellikle aradığı bir tanesini bulup, cımbızla çekip alabilecek kabiliyete sahiptir… Ama gelin görün ki, başkatillerden bir tanesi halen sokakta, serbest bir şekilde geziyor, adı da firari!!!
Tam bin gün oldu, vahşi bir rant hırsı uğruna katledilen çocuklarımızın, öğretmenlerimizin, annelerimizin, babalarımızın ve arkada bıraktıklarının beklediği adalet gelmedi…
Katiller çetesi “bilinçli taksirle” yargılandı, halbuki katliamı göz göre göre getirmek için yaptıkları her şeyi bile bile yaptılar…
İnsani adalet hem adaleti hem de insanlığı bir daha katlediyor ve bunlara ödül gibi cezalar veriyor, yetmiyor, bir de iyi hal indirimi veriyor!!!… Neymiş efendim, katiller çetesi de o binaya girip çıkıyormuş!!!… Yahu kardeşim herifler bildiğin zırcahil, ahlaksız, vicdansız tayfası, gözleri paradan başka hiçbir şey görmüyor, bu gibiler üç kuruş para için yangına bile gözlerini kırpmadan dalan, parası yanacağına kendisinin yanmasını tercih eden tipler ve insani adalet bunlara hak ettikleri cezaları vermediği için Türkiye’yi bir uçtan öteki uca resmen katlediyorlar, suçu da Tanrı’ya, depreme atıyorlar!!!… Katiller çetesi enkazın başına geldiler, para kasasını sordular, sonra da toz olup gittiler, yardım etmek için kıllarını bile kıpırdatmadılar ve üstüne üstlük önce ödülden farksız bir ceza, bir de iyi hal indirimi aldılar…
Bir parça baklava çalan çocukları perişan eden, mahkemelere elleri ayakları zincirlenmiş vaziyette getiren, yıllar yılı hapislerde süründüren o insani adalet, insan evlatlarını, can parçalarımızı katleden katillere ise nasıl ödül gibi cezalar vereceğini şaşırdı…
Görünen o ki, insani adalet ta 1999’dan beri yolunu kaybetti ve halen de kaybetmiş vaziyettedir.
Böyle giderse, bir deprem ülkesi olan Türkiye ahlaksızların, vicdansızlar, işgüzarların ve yolunu kaybetmiş adalet sisteminin yarattığı düzende felaketlerden kurtulamayacak, insanlar da paralarıyla aldıkları, içine yuva diye girdikleri katliam abidelerinin içinde ezile ezile katledilmekten kurtulamayacak.
Özellikle insani adalet, acaba aklını başına toplayıp, katiller sürüsüne hak ettikleri dersi vermek için acaba daha neyi bekliyor, artık gördüklerimi aklım gerçekten almıyor…
99’da ilk üniversite öğrencilerimizi kaybettiğimizde, deliye dönmüştük, üzüntüden ve çaresizlikten ne yapacağımızı şaşırmıştık… 6 Şubat’ta ise insanlık tarihinin gördüğü en büyük felaketlerden birini, beterin beterini yaşadık, yine sayısını bilmediğim kadar öğrencimizi, arkadaşımızı, tanıdığımızı kaybettik, öyle ki, telefonda “öldüler” kelimesini duymamak için ulaşamadıklarımızın akibeti konusunda sağ kalanları bile aramaktan çekinir olduk… Zaten kara haberler de birbiri ardına geldi… Sadece iki arkadaşımın ailesinden, bazıları tanıdık, tam 110 kişi hayatını kaybetti…
Bunun baş sorumlusu ve sebebi deprem değildir, Tanrı ve kader hiç değildir… Bunu tek sorumlusu ahlaksız, vicdansız mahlukatlar sürüsü ile yolunu kaybetmiş, bir türlü yolunu bulup da bu felaketi yaratanları hesaba çekmeyen, katillere ceza diye ödül veren, felaketleri engelleyeceğine adeta teşvik eden insani adalet ve devletti yönetenlerdir.
72 can parçamız, Şampiyon Meleklerimiz, ve diğer kaybettiğimiz sayısız insanımız artık geri gelmeyecek, ancak bundan sonra böyle felaketler yaşanmaması için yapılması gerekenler de yapılmadıkça, bu felaketler yaşanmaya devam edecek ve bunun da baş sorumlusu insani adalet ile devlet olacaktır… Tanrı veya kader değil!!!





