“Üstünlüğün parayla kazanılmadığı bir sistem bulmak gerek.
Yoksa bütün yoksullar yok olup gidecek ve de zenginler baş başa kalacak.
Ben bu amansız kapitalizmi futbolumda istemiyorum” demiş UEFA eski Başkanı Michel François Platini bir’sohbette.
Mâlum, ‘futbol en büyük kitle sporudur’ diye anonim bir deyiş var.
Bu saptama Hun Türkleri’nin futbol dünyası için geçerli olabilir ama günümüz futbol disiplini için geçerli değil.
300 bin futbol kulübü, 300 milyon aktif lisanslı futbolcu ve yaklaşık yıllık 250 milyar USD’lik finansmanı olan ‘bacası tütmeyen sanayi’ tanımlaması sizi yanıltmasın.
Küresel ısınma sayesinde sayıları giderek azalan buzul dağlarının görünen yüzünde bu rakamlar var.
Ancak görünmeyen yüzünde de Titanic yolcu gemisi gibi buzula çarpıp su almaya başlayan bir futbol dünyası var artık.
“Futbol kitlelerin değil, kitleleri yönetenlerin sporudur” diyebiliriz, zira perde gerisinde şike, şiddet, doping, müşterek bahis çeteleri, şantaj ve terör gibi bedeni kemiren kanserli hücreler var üstümüzden uzak.
Futbolun yeni sahiplerinin amacı; “herhangi bir spor değerini veya ahlakını savunmak değil, yatırımlarını verimli kılıp kâr oranlarını arttırmaktır” diyebiliriz. Futbol artık vahşi kapitalizmin oyuncağı oldu bildik.
Kuzey Kıbrıs’ta da durum aynı.
Klasmanda eş puanlı iki takım ilgili birçok senaryoyla karşı karşıyayız. “Futbol sahada oynanır ve orada biter” diyen hayalperestlere pek de katılan yok gibi bu aralar.
“Futbol, asla sadece futbol veya oyun değildir” demişti birileri birkaç hafta önceki yazımızda. Futbol dünyasındaki mevcut düzene karşı durmak ve özüne dokunmadan alternatif eğlence aracı veya şölen yaratmak çok büyük bir mesele. ‘Ne kadar ekmek, o kadar köfte’ ekseninde dönen bir dünyada yaşıyoruz.
‘Her ne pahasına olursa olsun egemen olmalıyım’ merkezli bir düşünce hâkim mâlumunuz üz’re. Müşterek bahisçiler bir yandan, TV yayıncı kuruluşları ise diğer bir taraftan futbola kızarmış ekmek arası eriyen kaşar peyniri muamelesi yapmaya devam ediyorlar.
Onlar da haklı. 3 milyar insanın direkt ilgilendiği birinci sektör olan futbol ve onun efendileri; bırakın futbolun kimyasını bozmayı, hâlihazırda taciz, tahriş hatta ve hatta tecavüz işlemini sırasıyla işleme koydular bile.
Küba Granma Devrimcisi Dr. Che Gevara bir konuşmasıında; “Devrim ancak egemen halk ile gerçekleşir” demişti.Hemfikiriz.
Birkaç spor sosyoloğu, sporun kimyasını bozanlara karşı duradursun, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti bile.
Spora “Vefa nedir?” diye sorsalar, eminiz “Sadece İstanbul’da bir semt adı” derdi diye düşünüyoruz, ağzı olsa da konuşsa.
İşte, bu bizim futbol hikâyemiz veya spor hikâyemiz. Puma markasının pazarlama direktörü Jean Jeanne bir söyleşide; “Fransa Milli Takım oyuncusu Nicolas Anelka bir futbolcu değil, bir işadamıdır. Bu işadamı bu aralar bizim ürünleri pazarlamakla meşgul” demişti.
Neyse, ‘istikrar’ kavramı sanıldığı gibi statik bir kavram değildir.
Sisteme bağlı olan ve sürekli yenilenip, ilerlemeyi gerçekleştiren bir kavramdır.
Doğada herşey ileri gider. Duran ve sadece bakanlar da arkadan nal toplar.
İşte, bu stratejik plan içerisinde var olmayan kulüpler de ha bire teknik adam değiştirir.
Gerçek şampiyonlar yönetimler mi? İlla ki.
Futbolcunun veya teknik adamın kralı gelse, finansal çözümlemeleri yerine getiren ve onları şampiyonluğa dürtüleyen illa ki yönetimdir.
O yüzden top artık yuvarlak değildir. Sonuçta para konuşur, top döner..