Mesleğe bir plazada, Kıbrıs gazetesinde, gazetecilikle başladım, henüz 17 yaşımda..
Sonra, surlar içinde, kırk yamalı eski bir hangarda, Kıbrıslı Dergisi ve gazetesi yazarlığına geçtim
25 yaşımda..
Derken, aynı yılda, yazıların, şiirlerin, sesin ve Türkçen hoş dediler, bizim radyoda, geç dediler, mikrofon başına ..
Girdim, eski bir konağın üst katındaki, ses yalıtımı için VİYOL, yani yumurta muhafaza kabı ile döşenmiş stüdyoya .
Bir şiir okumak için mikrofona uzanıp eğdim başımı ve bir de kaldırdım ki
yaşın 37 dediler, haydaa!!!
32 yaşındaydım
kanalımız uyduya çıkıyor, radyo stüdyosundan çık ve bir tv projesiyle, tv aracılığıyla
uyduya ulaş dediler,
hoppalaa!!!
Köylerde, hayat hikayeleriyle, hayat yolunda yol alırken, 12 yıl geçmiş,
yaşın 43 olmuş diye hatırlattılar…
Ne, aaaa!!!
O Eski konaktan devşirme, garajdan bozma stüdyolarda, kimler yetişmedi ki sonuçta.
Gençliğimizi ve en güzel yıllarımızı verdik o eski konaktaki radyo ve tv stüdyosunda…
Şimşek çaktığında tüm radyo stüdyosu titrer,
tv stüdyosunun fareleri koşarak deliklerine saklanırdı derdik hayrola..
İmkansızlıklar içinde mümkün olanın en alasını yapabilmek için kendimizi az heder etmedik yıllarca.
Yani, zirveye, paraşütle atlamadık hiç birimiz, eteklerinde cırmalayarak, ayakta kalmayı öğrendik ve hayatta..
Dağ başında aç susuz kamera da onardık ayazda, berovanın içinde, güneş altında mikrofon da..
Kalemle kaseti başa da sardık, o özlenen şarkıyı dinletebilmek için radyoda..
Şiir de yazdık aynı kalemle, aşka..
Yıllarca, gazetelerde, dergilerde, radyoda, tvde
yazdık, çizdik, konuştuk..
Dövdüler, sövdüler, hakaret edenler de oldu, tehtid ve tecrit edenler de oldu sırasında.
Hiç pes edip, vermedik mola..
Ne mi kazandık sonuçta?
Plastik ve ucuz metalden yılın en iyisi namında plaketler..
Alınmasınlar, ödüllere layık gören halkımıza ve kurumlarımıza teşekkürüm bir yana..
En iyi, belgesel tadında gezi kültür programı adına teneke şiltler..
KKTC TURİZMİNE katkılardan ötürü kalitesiz camdan estetiksiz heykeller verdiler,
sıraladık camekana..
“Kamuoyu araştırmalarında, bilmem kaç tv kanalı ve program arasında en çok izlenen yürek ve ruh programısın” diye, överken..
“Bunca şiveyi, nasıl konuşuyorsun, senin esas kökün bu şivelerden hangisine bağlı”
“Bu adada doğup büyümüş hassas bir yüreği, Kıbrıs şivesini zeflen” diye ırkçılığa maruz bıraktılar..
Her şeye eyvallah da..
Para kazanmadık mı?
Emek karşılığı yetenek ve uğraşılarımızla?
Asgari ücretten hallice, kıt kanat harcırah bolca..
Karnımızı nasıl mı doyurduk?
Köylü teyzeler önümüze ne koyduysa.
Maddi olarak ne mi elde ettik?
Kiralık ev, ikinci el japon arabanın banka kredi faiz borcunu ancak ödedik, yıllarca ve zorla.
Ha bir de bizi okuyup, izleyen, dinleyen insanımızdan gelen Allah’ın selamına eyvallah dedik..
Tamah etmedik paraya-harama..
Çünkü yaptığımız işi seviyorduk, ölümüne bir meslek aşkıyla..
O günden bu güne, Kıbrıs Türk basını olarak geldiğimiz nokta, fareli stüdyolardan taşındık yaldızlı plazalara..
Basın emekçisi için ne değişti,
koca bir hiç, haberiniz ola..
Hala amatörce koşullar, yetersiz personel, arızalı cihazlar, dışı güzel içi yetersiz fiyakalı plazalar ve en asgarisinden maaşlar.. yaaa..
Veee en mühimi
cep delik cepken delik çalışanlar..
Ödüllerimizi kaynatıp çorba niyetine oruç açtık iftarda..
Artık,
adı büyük, içi kovuk, cep delik cepken delik ünlülersiniz dediler..
Ün unvan karın doyurmaz ama, üryan halimizle ruhumuz tok çok şükür zamana
dedik, hayırlara vesile ola…
Bir de Allah’ın ilgisini ve selamını bile çok gören olursa ne edelim biz bu diyarda..
Dert değil gardaş,
kimse sonsuz değil bu dünyada..
Bir selamla geldik, bir selayla da göçer giderik bu yalan dünyadan nasıl olsa..
Belediyenin metal tabutuna girip, kabir çukuruna kadar, ünlü ünsüz, zengin fakir, hep omuzlarda taşınır her insan, son yolculuğunda..
Gün ola, harman ola, Aşk ola.
Bin şükür olsun.