Tarihe “kara harfler” ile yazılmış “Kanlı Noel”, 21-26 Aralık1963 tarihleri arasında, yunan desteği ile Kıbrıs Rumları’nın, Kıbrıslı Türkler’e karşı başlattıkları silahlı saldırılara ve sonrasındaki katliam ve soykırıma verilen isimdir.
“Bu yuvada hürriyetin bedeli ve Türk olmanın diyeti ödenmiş,Kıbrıs’ın ikinci bir girit olması önlenmiştir.
Megali İdea sevdalıları utansın! Şehitlerimizin ruhları şad olsun”
Rauf R.DENKTAŞ
Yıl 1960’ların Sonu…
İsviçre’nin Zürih şehrinde Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık(İngiltere) arasında yapılan görüşmelerde hazırlanan anayasa ile 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk başkanı olarak seçilen rum III. Makarios, 1961 yılında mevcut anayasa ile Kıbrıs’ın yönetilemeyeceğini iddia etmeye başladı ve Kasım 1963’te anayasada on üç maddelik bir değişiklik yapılmasını önerdi.
Makarios, Anayasaya teklif ettiği 13 maddelik Tadil’in kabul edilmeyeceğini kesin olarak biliyordu. Bu durumda, Kıbrıs Türk halkına karşı girişeceği saldırı neticesinde yaratacağı oldu bittinin kabul edilmesine uygun bir zamanı beklemeye başladı.
Türkiye’de 2 Aralık 1963’te İnönü’nün istifası sebebiyle hükümet buhranının mevcut olduğu ve Yunanistan’da Karamanlis partisinin iktidardan düştüğü, Zürih ve Londra Antlaşmaları’nı bir cinayet olarak gören ve Kıbrıs için rum yanlısı poltikayı kabul eden Yorgo Papandreu’nun iktidara geldiği zamanda, Makarios Kıbrıs’taki Türk Milleti’ni imhayı öngören “AKRİTAS Planı”nı tatbik mevkiine koydu.
Bu plan yürürlüğe girer girmez çok iyi eğitim görmüş 20.000 kişilik EOKA teröristleri; havan topları, bazukalar ve en modern silahlarla donatılmış olarak Yunan Alayı’na mensup askerlerle birlikte Kıbrıs’taki Türkler’e karşı saldırıya geçtiler.
Plan dâhilinde hazırlanmış olan Harekât Planı’na göre Lefkoşa’daki Türkler, 8 saat içinde mağlup edilerek teslim alınacak, diğer şehirlerdeki ve köylerdeki Türk halkı da teslim olacaklar böylece Kıbrıs tamamen Yunan desteği altında katil rum’un boyunduruğu altına geçmiş olacaktı.
Kıbrıs’ta 1963 yılının Aralık ayına “KANLI NOEL” adıyla damgasını vuran katliamın ve hayatını kaybeden 364 Kıbrıs Türkü’nün anısına… Gökalp Yamen -Yakın Doğu Üniversitesi
Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen Kıbrıs Türkleri’ne karşı yapılan bu saldırılar, zulüm ve soykırım 1963 Aralık ayında başladı.
20 Aralık gecesi Lefkoşa’nın Tahtakale semtinde evlerine gitmekten olan bir grup Türk’ün otomobillerine açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk şehit düştü, bir grup Türk de açılan ateş sonucunda yaralandı.
21 Aralık günü bu saldırıyı kınamak için Lefkoşa Türk Lisesi bahçesinde toplanan Türk öğrencileri EOKA çetesi mensupları tarafından kurşunlandı. Aynı gün Lefkoşa’daki Atatürk büstüne de saldırıldı. Bir gün sonra Türkiye Büyükelçilik binası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın ikametgâhına ateş açıldı.
Akritas Planı artık fiilen uygulamaya konulmuştu.
1963 yılı Kanlı Noel saldırılarının hedefi Lefkoşa idi.
Rumlar, merkeze hakim olmakla bütün Kıbrıs’a hakim olacaklarını sanıyorlardı. Bunun için de kendilerine en büyük engel Lefkoşa’ya bağlı Küçük Kaymaklı kasabası idi.
1960 nüfus sayımına göre kasabada 5.126 Türk, 1.133 Rum yaşıyordu. Kasaba önemli bir Türk yerleşme merkezi durumundaydı.
Kasaba çevresinde 19 Aralık’tan itibaren EOKA faaliyetleri gözlenmeye başlandı. Rum saldırısından şüphelenen Türk Mücahit Teşkilatı’na üye gençler, halkı olası bir saldırıya karşı hazırlamaya çalıştılar…
Gözleri kanla bürümüş EOKA denen katillerin Küçük Kaymaklı’ya saldırısı 22 Aralık günü başladı. Küçük Kaymaklı’nın dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmişti. 23 Aralık’tan itibaren yeni takviye kuvvetleri alan Rum saldırganların başına EOKA’cı katil Nikos Sampson geçmişti. Diğer yandan Ada’daki Yunan alayı da saldırganlarla birleşmiş ve Rumlar bütün güçlerini bölgeye teksif etmişti.
Bu arada zalim ve katil Makarios’un 22 Aralık günü Garanti Antlaşmaları’nı tanımadığını ilan etmesi, katil rum çetelerine daha da cesaret vermişti.
Türk direnişçiler, 5.000 Türk’ün sorumluluğunu üzerlerine almaları nedeniyle bölgeden ayrılmaya karar verdiler ve bunu 24 Aralık gününden başlayarak uygulamaya koydular.
3.000 Türk Hamitköy’e, 2.000 civarında Türk de Lefkoşa’nın emin bölgelerine gönderildi.
Rum çeteleri, kadın-erkek, çocuk-ihtiyar demeden Türklere karşı vahşice saldırıp katlederken; Türkler, Küçük Kaymaklı’da bulunan Rum aileleri de kendi korumaları altında Büyük Kaymaklı’ya göndermişti.
Geride kalan 550 kadar yaşlı, kadın ve çocuk Türk topluluğu Rum çetecilerce esir muamelesine tabi tutuldular. Bu arada seksenlik imam Hüseyin İğneci ve yatalak 18 yaşındaki oğlu Rumlar tarafından vahşice şehit edildi.
Bu gelişmeler üzerine Türkiye, 23 Aralık 1963’te İngiltere ve Yunanistan hükümetleri nezdinde harekete geçmiş ve rum katliamlarının önlenmesi için birlikte harekete geçilmesini istemiştir.
Türkiye’nin bu girişimi üzerine, 24 Aralık 1963’te Lefkoşa’da; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere adına bir ortak bildiri yayınlanmıştır.
Bildiride şu ifadeler yer almaktadır:
“Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri Garanti Antlaşmasını imza eden devletler sıfatı ile Kıbrıs Hükümeti ile Türk ve Rum cemaatlerini hâlihazır karışıklıklara son vermeye müştereken çağırırlar. Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve her iki cemaatten buna riayetini istemeye Kıbrıs Hükümeti’ni davet ederler. Üç hükümet ayrıca hukuk nizamının korunması lüzumunu göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran güçlüklerin haline yardım maksadıyla tavassutta bulunmayı teklif ederler…”
Bu çağrıya rağmen çatışmalar durmamış, 23-25 Aralık tarihleri arasında, katil rum-yunan askerleri, savunmasız Türk Milleti’ne karşı tarihe kara sayfalar hâline geçmiş bulunan, insanlığa yakışmayacak şekilde cinayetler işlemişler, Türklere soykırım yapmışlardır…
Bu menfûr cinayetlere karşı Türk Mücahitleri ve Türk Milleti, en ilkel silahlarla direnmiş, şehit vermiş, kayıp vermiş; fakat teslim olmamıştır. Makarios, ENOSİS gayesine engel gördüğü Türk halkını imha hareketine girişince, radyo ve TV’yi kontrolü altında tuttuğundan ve Türkiye Büyükelçiliği’nin telefonu dâhil, Türkler’e ait bütün telefon irtibatlarını kestiğinden, Kıbrıs Türk halkının feryâdı, dünyaya duyurulamamıştır.
Başpiskopos Makarios, bir din adamına hiç yakışmayan bir şekilde;
«Kıbrıs Türk halkı, isyan ettiklerinden dolayı tedip edilmişlerdir.»… diye dünyaya duyurmuştur.
Bugün Lefkoşa Barbarlık Müzesi’ne gidenler, gözünü kan bürümüş katil rum ve yunan çetelerinin silahsız bir anne ile 3 küçük çocuğunu kurşun yağmuruna tutarak delik deşik ettiklerini, aynı evde sığınmış bulunanları da kurşun yağmuruna tuttuklarını ve öldüler diye terk ettiklerini gösteren fotoğrafları görebilirler.
24 Aralık 1963’te Lefkoşa’nın Kumsal semtinde 11 kişi öldürülmüştür. Bunlardan 4’ü Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan (o dönemde 1960 anlaşmalarına göre Kıbrıs’ta görev yapan 650 kişilik Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Komutanlığı’nda görevli Binbaşı)’ın ailesidir.
Gözünü kan bürümüş Katil rum ve yunan askerleri, Binbaşı İlhan’ın evine baskın yapmışlar ve evinin banyo küvetinde eşi Mürüvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ile Hakan’ı katletmişlerdir.
Emekli Tabip Tuğgeneral Merhum Nihat İlhan’ın kendi sözlerinden o dehşet gününde yaşadıkları aynen şöyledir;
“Türkiye’de askeri tıp akademisinden mezun olduktan sonra bir helikopter ile Kıbrıs Türk Alayı’na baştabib olarak geldim. O dönemde Türk alayı ile Rum alayı birbirlerinden yüz metre mesafedeydi. Birçok yaralı geliyordu.
Eşimi, küçük iki çocuğum ile 3 aylık oğlumu Lefkoşa’nın Kumsal adı verilen bölgesinde kiraladığımız bir eve yerleştirmiştim. Alaya su sağlayan borular önce Rum alayına sonra Türk alayına geliyordu ve suyu sürekli kesiyorlardı.
1960 anlaşmalarına göre de Yunan, İngiliz ve Türk subaylar sürekli bir araya geliyorduk. Rum askerleri oduncu kıyafeti ile gizlice yakınımıza gelip sürekli bizim alay hakkında istihbarat topluyordu. Rum askerleri de Yunan alayının üniformaları içinde geliyor ve bilgi topluyorlardı. Bir defasında Türk ve Rum askerlerine tıp dersleri verirken Rumlar tahtaya benim karikatürümü yaptı. Bu karikatürde ateşin üzerine beni oturtmuşlardı ve ’Beni yakacaklarını’ söylediler.
Ailemin katledildiği 24 Aralık 1963 tarihinde askeri hastaneye yaralı Türkler gelmiş onlarla ilgileniyordum.
Katliam olduğu zaman birkaç gündür eve uğramamış ve ailemden haber alamamıştım. Evimizin yakınında kalan bir Türk çoban geldi ve alay komutanının da bulunduğu bir ortamda Rumların Türk subaylarının ailelerine saldırdığını söyledi. Ne olduğunu anlamadık…
Hemen eve gitmek istedim ama alay komutanı izin vermedi. Alay komutanı benden o gün yaşayacaklarımla ilgili asker sözü vererek soğukkanlı olmamı istedi. Ben hâlâ ailemin katledildiğini fark etmiyordum. Zırhlı bir araçla Türkiye elçiliğine gittik. Elçilik subay eşleri ve elçilik görevlileri doluydu.
Kadınlar ağlıyorlardı. Hâlâ ailemin öldürüldüğünü anlamamıştım. Üzerim çok kirliydi ’sıcak suyla banyo yapabileceğim bir yer var mı’ diye sordum. Banyo yaptım.
Ardından Türkiye büyükelçisi beni çağırdı. Bana ’başın sağolsun, eşin ve çocuklarını Rumlar katletmiş’ dedi. Katliamın üzerinden 3 gün geçmiş ve benim haberim yeni oluyordu.
Ne yapacağımı şaşırdım. İlk sözüm ’Vatan sağolsun’ oldu.
Eşimi esir alsalardı Rumlar ona neler yapmazdı ki, çocuklarımı esir alsalardı, ya işkence yaparlar ya da çok kötü şartlar altında ya çoban yaparlar ya da sakat bırakırlardı. En azından esir olmadıklarını öğrenmiş oldum.
Ölmüşlerdi ama esir olmamışlardı. ’Vatan sağ olsun’ dedim, acımı kalbime gömdüm. O günlerde Türkiye ile telefon haberleşmesi kesikti.
Ailemin cenazelerini Erzincan’da doğduğum yerde toprağa vermek istedim. Büyükelçi bana Türkiye ile telefon bağlantısı olmadığını söyledi. Dolayısıyla uçak gelemiyordu. Haber veremiyorduk.
Sonunda Türkiye’den iki uçak geldi ve yaralılar ile cenazeleri aldı. Ardından cenazeleri Erzincan’a götürdük. Çocuklarım hala kanlar içindeydi. Ellerimle yıkadım.
Aile kabristanına çocuklarımı ve eşimi gömdüm. Küçük bir anıt mezar da yaptım. Daha sonra Kıbrıs’a adım atmadım. Değişik rütbelerde görevler yaptım. Tuğgeneral rütbesiyle emekli olduktan sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığı gibi bir çok görevde yer aldım. “
(Merhum Binbaşı Nihat İlhan “kanlı noel”i Hürriyet Gazetesine böyle anlatmıştı)
26 Aralık günü Ayvasıl’da 14 günlük bebeklerden 70’lik ihtiyarlara kadar 21 Türk kendilerine kazdırılan çukurlara, bir kısmı daha canlı iken atılmış ve üzerleri buldozerlerle örtülerek şerefsiz rum askerleri’nce katledilmiştir. Türkler’in naaşları olduğu bu çukurlar, Birleşmiş milletler Barış Gücü’nün gözlemciliğinde 14 Ocak 1964’te açılmıştır.
Nikos Sampson’un anılarını yayınlayan Eleftheria gazetesi, 1963 Kanlı Noel’inin gerçek sorumlularını gözler önüne sermektedir. Makarios hükümetinin, İçişleri Bakanlığı’nın ve üçlü karargahın Yunan kanadına mensup subayların emri ile hareket ettiğini açıklayan Nikos Sampson, Küçük Kaymaklı savaşlarını da “Yunanlıların Balkan Savaşları dışında Türklere karşı elde ettikleri tek zafer” olarak ilan etmiştir…
Daily Herald’ın 1 Ocak 1964’deki aşağıdaki ifâdeleri de, aslında bu katliamların ne kadar insanlık dışı olduğunu göstermektedir;
“Türk evlerine geldiğimde dehşete düştüm. Duvarlar dışında tamamen yok olmuşlardı. Bir napalm saldırısının bile bu kadar büyük bir yıkım yaratabileceğinden şüphe etmekteyim”
Tarihe kara harfler ile “Kanlı Noel” olarak geçen saldırılar sonucunda 18.667 Kıbrıs Türk’ü yaşadığı 103 köyü terk etmek zorunda kalmıştır.
Birleşmiş Milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan Türklerle ilgili araştırma sonuçlarına göre, 1964 yılında Lefkoşa kazasında 39, Girne kazasında 7, Baf kazasında 49, Larnaka kazasında 21 ve Mağusa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar görmüş, yüzlerce Türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı.
1963 yılında başlayıp 1964’te de devam eden olaylarda 364 Türk şehit olmuş, 475 Türk yaralanmış ve sayısı hâlâ bilinmeyen bir çok kayıp olmuştur…