43 senenin ve 39 hükümetin enkazının üzerine 40. Hükümet kuruldu.
Kuruldu kurulmasına da, daha başından yarı umut gördüğüm ve adına da “fantazi hükümeti” dediğim bu hükümette acemilikler kısa sürede hat safhaya ulaştı.
En son söyleyeceğimi başından belirteyim, sonra detaya gireyim.
Bu hükümetin iktidarı süresince ortaya çıkacak günahları ve sevapları Hüseyin Özgürgün hükümeti ve ondan bir önceki İrsen Küçük hükümeti dönemleriyle kıyaslamayı düşünmem bile.
Çünkü bu hükümet döneminde ortaya çıkabilecek günahlar ve sevapların art niyetle oluşacağını düşünmüyorum.
En azından Tufan Erhürman, Cemal Özyiğit, Kudret Özersay ve ekipleri art niyetle iş yapacak şahıslar değiller.
Yapılacak yanlışlıklar, eğer yapılırsa, acemiliklerinin eseri olacaktır.
Serdar Denktaş ise, dörtlü koalisyondaki en kurt ve musluğun başında oturan politikacı olarak, geçmiş dönemlerdeki hatalarını tekrar etmemeye çalışacaktır.
Dolayısıyla, bu dörtlünün ana hedefi hükümetteyken kendilerini göstermek ve olabildiğince halk nezdinde göz doldurmak olacaktır, doğal olarak.
Amma ve lakin, önceden ortaya konan hedeflere, verilen vaatlere ve iktidar olduktan sonra ortaya konan söylemlere baktığımızda, acemilikler sırıtıyor ve bu hükümetten çok şey bekleyenleri de güldürüyor…
Gelelim örneklere; Girne-Değirmenlik “ölüm yolunda” feci bir kaza daha oluyor, bereket versin ki kimse ölmüyor, Ulaştırma Bakanı çıkıp “gerekirse yolu kapatacağını” söylüyor…
Kardeşim o yolu hurdaya çeviren, kazaları yapanlar, hurdaya çıkması gereken plakasız, bakımsız, denetimsiz, emniyetsiz yük taşıyan kamyonları sürenler kim? Cehennemden fırlamış zebaniler gibi sürüş yapan insanlar değil mi!
Zaman zaman mecburiyetten kullandığım o yolda bir tek kez polisin kontrol yaptığını görmedim.
Yolu kapatacağını söyleyeceğine, yolla polisi gitsin kamyonların trafik terörü yarattığı yolları denetlesin, özellikle yakaladığı kanunsuz sürüş yapan kamyonları bağlasın, canlarına okusun; yolla polisi nokta denetlemesi yapacağına trafiğin içinde gezici denetleme yapsın, yolda belde trafik suçu işleyenlere göz açtırmasın.
Değiştir yasaları, kaza yapan kamyonlar kadar bağlı oldukları şirketler de sorumlu olsun, şöför gibi şirket sahipleri de yargılansın, sorumsuzluktan dolayı alınan canların bedelini sağlamından ödesinler…
Özellikle alkol, uyuşturucu etkisi altında işlenen trafik suçlarında doğrudan hapis cezası getirilsin ve sürücü ömür boyu araç kullanmaktan men edilsin.
Özellikle Cumartesi geceleri saat 11’den sonra Girne, Lefkoşa, Mağusa ve Lefke bölgesinde içkili satış yapılan bölgelerde yüzlerce hatta binlerce ayyaş sürücü, ki bunların bir kısmı üniversite öğrencisi kılığındaki azraillerdir, trafikte terör estirmektedir, yolla polisi bu bölgelerde trafikte özellikle alkol ve uyuşturucu kontrolü yapsın…
En az bunlar kadar önemli olan bir konu da şudur: Bu ülkede 40 senedir toplanan seyrüsefer vergilerinin tek kuruşu bile trafiğin iyileştirilmesi için harcanmamış, devlet resmen halkı dolandırmış, toplanan bu vergilerin her kuruşu ya devletin maaş ödemesine gitmiştir, ya da başka işlerde rant uğruna harcanmıştır, ki bu da gelen giden maliye bakanları tarafından dile getirilmiştir.
Bütün dünyada benzin fiyatları dibe vururken bizde fiyatlar giderek artmış, devlet bütçesindeki delikleri akaryakıttan milleti soyarak, fahiş karlar elde ederek bir nebze de olsa kapatmaya çalışmıştır.
Defalarca seyrüsefer affı çıkarılmış, vergisini zamanında ödeyen vatandaşlar enayi yerine konmuş, bu rezilane sisteme isyan edip ödemeyen de ödüllendirilmiştir.
Halkı göz göre göre dolandırmayı bırakın, seyrüsefer harcı denen “yasal haracı, yasal rüşveti” kaldırın, zaten devletin bu harcı kaldıracağına dair taahüdü var, zaten bu halk akaryakıttan aldığınız vergilerle yeterince kazıklanıyor…
Gelelim Tufan Hoca’ya…
Başta da dediğim gibi, Özgürgün veya Küçük vari icraatları kesinlikle Tufan Hoca’dan beklemem, ama tam tersini beklerim, doğal olarak, ve elinden geleni yapacağından da eminim.
Ancak söylemler ve uygulamalar iyi niyeti ortaya koymakla birlikte, acemiliğin de göstergesi olarak karşımızda durmaktadır.
Örneğin “gerekirse bet ofisleri gidip yerinde ben denetleyeceğim” söylemi gibi söylemler tamamen gereksiz söylemlerdir, popülizme kaçmaktadır, bu durum da bu hükümette çok şey bekleyen ve dikkatle hükümeti izleyen kesimin gözünden kaçmamaktadır.
Bir diğer husus, bet ofislerinin kapatılması, ülkedeki kadın pazarlama sektörünün ortadan kaldırılması gibi bazı konularda verilen sözlerin iktidara gelince sulandırılmasıdır.
Ya sözünüzü tutun, ya da tutmayacağınız sözü vermeyin noktasında bu hükümet de daha başından hesap sorulacak hale gelmeye başladı, ne yazık ki.
Başbakan Tufan Hoca’nın merağına dokunan bir diğer husus, uyuşturucu konusunda hep küçük balıkların yakalanması, büyük balıkların yakalanmaması…
Siz polisin istediği teknik takip yasasını ve diğer yasaları bir an önce geçirin de, bakın görün adaletin, hukuğun oltasına kimler takılacak kimler, değil sadece büyük balıklar, balinalar bile takılacak da yer yerinden oynayacak…
Serdar Denktaş geçmiş tecrübeleri neticesinde söz gümüşse sükut altındır atasözünü hatırlamış olmalı ki gerekmedikçe tek bir kelime etmemeye dikkat ediyor, ettiği sözleri de dikkatle seçiyor.
Cemal Hoca ise bu ülkenin en önemli sorunlarından birini teşkil eden eğitimi kucağında buldu, aslında gönüllü olarak eğitim sistemindeki rezalet ötesi durumla uğraşmak ve düzeltmek istedi.
Ancak karşısına bu ülkenin ve Kıbrıs Türkü’nün hiçbir maddi ve manevi değeriyle bağdaşmayan, Türkiye’yi baştan aşağı sarmış olan tarikat ve cemaat düzeninin bir parçası olan, din simsarlığı ve sömürüsünden başka hiçbir şeyi temsil etmeyen, şirretlikte sınır tanımayan bir avuç “ithal” yüzsüz ve terbiyesizin bir taraftan kokuşmuş din simsarlığı yaparken diğer taraftan Kıbrıs Türkünün maddi ve manevi değerlerine saldırmasına zemin teşkil eden, kendi içinde bir çeşit “kurtarılmış bölge” pozisyonunda olan, İmam’ın ordusunun artıklarının zihniyetine yuva teşkil edenı, yapılış tarihi ve yöntemi itibarıyle İmam’ın ordusunun KKTC’deki tescilli kalesi pozisyonunda olan; aşağılık kompleksinden kıvıl kıvıl kıvranan ve komplekslerini körü körüne dindarlıkla aşabileceğini sanan, laikliği ve laik sistemi tam anlamıyla düşman gören, cahil cühela kesiminin de duygularını sömürecek ve gözlerini köreltecek zemini hazırlayan, erkek ve kadın arasındaki ayrımcılığı din kisvesi altında sömürerek şekillendiren ve bunu da Kıbrıs Türküne empoze etmeye çalışan, Kıbrıs Türkü’nün Atatürk Türkiyesi’nden milli değerlerine ve kültürüne miras aldığı laik ve demokratik değerlere karşı bir ithal dayatma sembolü olarak yaratılmış ilahiyat koleji sorununu da kucağında buldu.
Elbette bu sadece Cemal Hoca’nın sorunu değildir.
Bu sorun, sadece hükümetin de sorunu değildir.
Bu sorun, doğrudan doğruya Kıbrıs Türkünün sorunudur ve hem hükümet, hem sivil toplum örgütleri, hem de halk bu konuda tavrını açık bir şekilde ortaya koymalı ve yukardaki hedeflerle bu ülkede yuvalanan bu ülkenin ve halkın değerlerine aleni bir tehdit teşkil eden cemaat, tarikat artıkları bu ülkeden temizlenmelidir.
Sadece bununla da yetinilmemeli, Türkiye’yi onlarca yıldır kardeş kavgasına sürükleyen, maddi ve manevi değerlerini bölen, parçalayan, hızını alamayıp da bu ülkede de çeşitli başlıklar altında çeşitli örgütlerde yuvalanmış bu ülkede huzursuzluk yaratan, varlıkları anarşi odağı olmaktan öteye hiçbir anlam taşımayan, bu ülkeyi dingonun ahırına çeviren TC veya başka ülke kökenli örgütler de kapatılmalı, hangi çöplükten çıktılarsa oraya geri postalanmalıdırlar.
Kendi ülkelerini mahvedenlerin bu ülkeye kötülükten başka verebileceği hiçbir şey yoktur.
Bunun için de siyasi irade ve bunları adım adım takip edecek, sektirmeyecek polis, gerekirse asker gücü gereklidir.
Unutmadan, FETÖ’nün KKTC’de devlet içinde, bürokraside ve siyasette, ke keza sivil toplumda, özellikle de iş insanları tayfasında yuvalanması ile ilgili olarak bir kıpırdanma olsa da, geçmiş hükümet döneminde bu konuda hiçbir halt yenmedi!
Bu hükümet döneminde bu gündeme alınacak mı?
Yoksa “bizde öyle bir sorun, öyle bir dert yok, sin da gülle geçsin” politikası mı güdülecek?
Gelinen noktada bu hükümetin iki alternatifi var, birincisi acemiler mangası görünümünü bir an önce bir tarafa bırakmak ve bu ülkenin kanayan yaralarına gözünü kırpmadan neşter vurmak…
İkincisi ise böyle geldi böyle gider mantığıyla devam etmek, sadece popülizm kokan söylemlerle günü geçiştirmek…
Acemiler mangası mı, yoksa 43 senelik enkaza neşter vuracak ve bu ülkeyi yeni baştan yaratacak kahramanlar takımı mı olacaksınız, karar verin…