Bana baktığında benim gördüğümü göremezsin hâlleri var ya, işte aynen o hesap;
herkesin kendi yazıp, kendi oynadığı bir hikâyesi vardır tıpkı ProMenager Brendan Rodgers’da olduğu gibi;
“Profesyonel olarak sadece dört yıl futbol oynayabildim. Reading’deki son yılımda çok sık sakatlanınca daha 20 yaşımda uzun süre futbol oynayamayacağımı fark ettim. İşte tam da o süreçte futbolun içinde kalıp menajerlik mesleği için kendime yatırım yapmaya başladım” demişti bir demecinde.
Hani şu NLP (Duyu-Dil Programlama) çalışan arkadaşlar derler ya “ilgi nerdeyse enerji ordadır” işte bizim adam Rodgers’ı menajerlik koltuğuna iten o günkü koşullardı.
Burada hayal kırıklığını atlatma becerisini etkin kılarak bugün Premier League’in en önemli menajerlerinden birisi oldu bizim adam.
Bazen galip, bazen de geçen hafta sonu olduğu gibi Slaven Bilic’in West Ham’ına mağlup olması doğaldı düşmez kalmaz bir Allah mâlum.
E bu süreçte hikâyenin başladığı yerde herkesin kendine özgü bir referans noktası mutlaka vardı;
E hade elimiz değmişken Liverpool’a devam edelim;
Örneğin çocukluğumuzun en öndeki efsanesi Kenny Dalglish (1985 itibariyle Liverpool’da üç sezon oyuncu-menajer olarak şampiyonlık yaşadı) teşkilatından Kevin Keegan da aynı şekilde ağır ağabeyleri Bill Shankly’e çok şey borçlu öde öde bitmez.
Ya Portekizli nispeten çaylak teknik adam 1977’li Andre Villas-Boas’a ne demeli;
Burda da Mourinho Hazretleri ötesi başka bir efsane var;
Sir. Bobby Robson toprağı bol olsun.
İşte, bu liderlerin ortak bir özelliği var. O da her türlü baskı ve şiddet durumunda onların yelkenlerine rüzgâr basacak bir ilham perileri var.
Ünlü liderlik kuramcısı John Maxwell; “iyimserler rüzgârın dinmesini beklerler, kötümserler rüzgârdan yakınırlar ama liderler rüzgâra yelken açarlar” sözü spor dünyamız için de geçerli.
E profesyonelliğin olduğu yerde duygusallığa yer yok; ‘nakit için her ne pahasına olursa olsun kazanmalıyım’ felsefesi var.
Profesyonel sporcular eve ekmek götürmeleri için biraz şiddet, biraz yıkım, biraz tükenmişlik, biraz doping, biraz şike, biraz da reklam kokan hareketlerle müsabakalara çıkarlar.
İşte bur’da da sporda ‘mükemmellik stratejileri’ planlanmalıdır.
Şöyle ki; “Müsabaka ile ilgili olmasını istediklerini düşün. Olumsuz sözcükler yerine olumlu ve seni coşkulandıran sözcükleri kullan.
Kendi kendine konuş, dürt ve hesap sor…
Müsabakalarında %100’nü ortaya koy, %99’u kabul etme…
En iyi yaptıklarına odaklan, yapamadıklarına değil…
Senden iyileri izle ve onları farklı kılan yönleri bul ve kendine transfer et…
Mükemmel antrenman mükemmel yapar, unutma!…
Takımdaşlarınla olan ilişkilerini olumlu yönde yeniden düzenle. Unutma, onlar yoksa sen de yoksun…
Başarılar kimsenin tekelinde değildir, olamaz da. Yok öyle sürekli şampiyon olmalar… Birisi için mümkün olan, senin için de mümkündür, unutma!…
Enerjini ekonomik kullan… Lidere adapte ol ama zaman zaman da durumsal lider olmayı dene…
Rakibe saygı duy! Yoksa onu küçümsersin ve de mağlup olursun…
Yaptığın işten zevk almaya bak, aksi takdirde yapma. Zorla güzellik olmaz…
Amansız ol. Amansız diz çökmez ve de amansız acıyı sever. Asla pes etme…
Antrenman veya müsabaka esnasında yorulduğunda değil, sonlandığında dur…
İyi uyu, temiz beslen. İşlenmişten uzak dur ve de toplam beslenme tarzına dikkat et…
Olumlu düşün ki olumlu olsun. Beynimiz her zaman olumluyu algılar…
Hayatın provası yok. Hayallerini erteleme ve de çok çalış…
Fazla böbürlenme ve artistik yapma. Padişahtan büyük tabii ki de Allah var…”.
Sonuç mu?
Sonuçta rüzgâra yelken bas ve Sıfır Noktası’ndan zirveye kapak yap.
Sonuçta ağlamayı ve de sızlanmayı kes.
Hade hayırlı traşlar…