Belki de iki hafta oluyor, günün nerdeyse yarısında bilgisayar başındayım, içimden binlerce satır yazmak geçiyor ama iki satır olsun bile yazmamak için birşeyler beni engelliyor…
Aslında bu engelin bir tek sebebi var, onu da artık kabullendim.
Kıbrıs’ta doğdum, eğitim amacıyla yurt dışında bulunduğum süreler hariç, ki bu dönemlerde Kıbrıs hasreti ruhumu parça parça eritti, hep Kıbrıs’ta yaşadım, Kıbrıs’a doğduğum günden beri aşık oldum, Kıbrıslı bir Türk olarak kendi insanlarımı da sevdim…
Kim derdi ki gün gelecek ve bu aşk en sonunda ölümüne sevdiğim güzel ve küçük ülkemin mahvedilmesine çanak tutan kendi insanlarıma karşı nefrete dönüşecek, kendi ülkesine acımasızca ihanet eden halkıma karşı manevi aidiyet duygularım tamamen yok olacak…
Evet, dönüşü olmayacak bir şekilde, kendi ülkesini mahveden ve mahvedilmesine çanak tutan, kendi ufak ve günübirlik çıkarcıklarından başka hiçbir şey düşünmeyen, dünya yanacak olsa umursamayan ve adına Kıbrıslı Türk denen insanlara karşı artık bir aidiyet duygum yok…
Kıbrıs Türkü bu adadan tamamen yok olsa, hatta yok edilse bile ne yüreğimde, ne de mantığımda en ufak bir üzüntü hissetmeyecek noktadayım, ve bu noktanın da artık dönüşü olmadığını, yüreğimin en büyük parçası kopsa da, kabullendi.
Bu noktaya geldiğim ve sonrasında geri gidemediğim ilk zamanlar birkaç yıl önce Lefkoşa’nın belediye grevleri sırasında çöplüğe dönüştüğü ve “sadece kılığı kalmış insanlarımın” onbinlerce, hatta yüzbinlerce Sterlinlik “muhteşem” arabacıklarıyla çöp yığınlarının arasında ite kaka kendilerine yol açmalarını, arabalarını çöp yığınlarının arasına park etmelerini ve leş kokulu çöp yığınlarının arasında uçuşan sayısız sineğin arasından geçip de hiçbir rahatsızlık hissetmeden birkaç metre ötedeki restorant terasına çıkıp oturmaları, hiç gocunmadan leş kokular ve sinekler arasında kahveciklerini yudumlamaları, yemeciklerini yemelerini seyrettiğim zamanlardı.
Haftalarca bu iğrençliği ve vurdumduymazlığı seyrederken bu insanların artık bu ülkeye de ait olmadıklarını, hatta “insan” bile olmadıklarını anladım…
Ben kendi küçük dünyamdan, tavşan dağa küsmüş misali, bunları dışlarken, onlarsa, ceplerinde para altlarında en pahalı arabalar olsa da, vatanları adına maddi ve manevi boyutta sahip oldukları herşeyi dışladılar…
Eğer sorma gir hanına dönen bu küçücük ülkeyi yolsuzluğun, alçaklığın, hırsızlığın, soysuzluğun, tecavüzün, uyuşturucunun, sorumsuzluğun, vurdumduymazlığın, aymazlığın, saygısızlığın, bencilliğin, cinayetin, kalleşliğin, çevre katliamının, vicdansızlığın, kıskançlığın, şımarıklığın, züppeliğin, hergeleliğin, soytarılığın, ihanetin her türlüsü envai boyutuyla sardıysa, bunun tek sebebi Kıbrıs Türkü’nün tüm bu rezilliklere ya meyilli olmasıdır, ya da karşı çıkacak ruha sahip olmaması, ruhsuz, vurdumduymaz ve pısırık olmasıdır, veya hepsi birden…
Bu kadar basit…
Şimdi bazıları bunları bu kadar aleni ve acımasızca yazdım diye beni eleştirecekler, sövecekler, sayacaklar, düşman görecekler…
Ben de köpeklerden af dileyerek, söyleyecek başka kelime bulamadığım (aslında çok daha ağırını da bulurum, da…) için bu gibilere “hoşt” diyeceğim…
Daha önceleri defalarca dediğim gibi…
………………………
Bizim memleket tepesine kadar çirkefe batmışken, yanıbaşımızdaki, adına anavatan mı dersiniz, atavatan mı dersiniz, kardeş vatan mı dersiniz, ne derseniz deyin, gelen giden hükümetlerinin gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de sayısız hatalar yapmasına ve zaman zaman dağ zirvelerinde kapışan koçlar gibi boynuz boynuza gelmemize rağmen, bir şekilde candan, yürekten bağlı olduğumuz Türkiye de tam anlamıyla maddi ve manevi yönden batağa gömülmüş, kaosa düşmüş, iç barışını tamamen kaybetmiş durumda…
Böyle durumlara düşen ülkelerin iktidarları iki şey yapar, ya OHAL ilan eder ve askeri harekat yapar, ya da yeterince gücü elinde bulundurduğundan emin olursa erken genel seçime gider, gücünü bir daha tazelemeye kalkar, ancak günün sonunda gidişat, tıpkı ABD’nin arka bahçesi olan Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde yaşanan sayısız örnekte olduğu gibi, mevcut iktidarlar açısından felakete dönüşür…
Bugün Türkiye’de bu şartların tümü oluşmuş durumda ve seçime gidiliyor…
Bir tarafta;
PKK tarafından kandırılmış,
ABD tarafından kandırılmış,
AB tarafından kandırılmış,
Rusya tarafından kandırılmış,
Esad tarafından kandırılmış,
FETÖ tarafından kandırılmış,
Cemaatlere ve tarikatlara esir olmuş,
İsmailağa gibi ayda 50 binden fazla kişiye maaş bağlayabilen, kaynağı belli olmayan milyarlarca dolara hükmeden cemaatlerin ve mollaların esiri olmuş,
Fetullah Gülen gibi ilkokulu bile zar zor bitirebilen, iki kelimeyi bir yere getiremeyip de kendini peygamber sanan emperyalizm uşaklarının din sömürüsü yaparak, kendilerini çakma peygamber ilan edebilecekleri noktaya kadar ilerlemelerine göz yummuş,
Ülke ekonomisini sürdürülebilir olmayan politikalarla üretimden koparmış, yerle bir etmiş,
İktidarı boyunca iç barış tamamen yok olmuş, ülke kamplara bölünmüş,
İktidarı boyunca devleti ele geçirmeye çalışan çetelerin arasında elden ele dolaşan adalet sistemi çok ciddi sarsıntılara uğramış ve güvenilmez hale gelmiş,
İktidarı boyunca çevre ülkelerle olan olumlu ya da olumsuz ilişkileri tamamen kopmuş,
İktidarı boyunca uluslar arası politikada ülke saygınlığı ciddi erozyona uğramış,
Son yıllardaki tek gerçekçi ve önemli hamlesi Suriye’de Afrin’e girerek ABD’nin yıllar yılıdır yakın coğrafyamızı kasıp kavuran ve Türkiye’yi de istikrarsız bir ortama sürükleyen Orta Doğu planlarına küçük de olsa bir darbe vurmak ve bir güdümlü ve sümüklü çakma peygamberin üzerinden gerçekleşecek olan ABD merkezli emperyalist emelleri zar zor da olsa engellemek olan,
Bütün bunlara rağmen halkın nerdeyse yarıya yakınını oluşturan belli bir kesim tarafından hala kendisine karşı umut beslenen, belki yaptığı hatalardan ders çıkarmıştır da bir daha yapmaz algısıyla yaklaşılan bir AKP var…
Diğer tarafta ise bütün bu süreçler boyunca hiçbir alternatif varlık gösterememiş, hiçbir denge unsuru kuramamış, yanlışlara karşı yapılması gerekenlerin hiçbirini yapamamış, sadece laf üreten, AKP karşısında habure yenilen, buna rağmen yöntemlerinde hiçbir değişiklik yapmadan aynı şekilde mücadele etmeye çalışan, basiretsizin Allahı pozisyonunda, önünü asla göremeyen, asla bir B planı olmayan, hep TC Cumhurbaşkanı’nın estirdiği rüzgarlara göre eğilip doğrulan, onun kurduğu senaryoların ekseninde bir oraya bir buraya savrulan, bir adım ötesini göremeyen bir muhalefet var…
Bu şartlar altında, bu seçimde AKP’nin ikilemi ve karşı karşıya kalacağı tehdit şu olacak: Madem herşey güllük gülistanlık, ne oldu da erken seçime gidiyorsun; Eğer herşey güllük gülistanlık değilse ve bu kadar zamanda bunu başaramadıysan, tekrar neden iktidarı istiyorsun!
Ben kendimce buna olumlu bir cevap verebilirim, ama vermeyeceğim, herkes aklını kullansın.
Muhalefetin karşı karşıya kalacağı ikilem ve tehdit ise şu olacak: Bunca zamandır muhalefet olarak AKP karşısında havanda su dövdün, yolları arşınladın, iktidarın tüm yanlışlarına karşın vatandaşı ikna edip de taraftarını artıramadın, siyasi yöntemlerinde de hiçbir radikal değişim ve açılım yapmadın, AKP karşısında habure yenilip durdun, yine aynı yöntemlerle seçime girerken ne bekliyorsun, dahası, bu kafayla seçim kazansan bile bu ülkeye ne faydan olacak, iktidar olursan seçim sonrası net hedeflerin nedir!
Buna da olumlu bir cevap verebilirim, ama vermeyeceğim, herkes kendi derdine derman bulsun.
Evet, iki taraf da hiçbir artısı, hiçbir pozitif algısı olmadan, daha başından entrikalarla dolu olacağı kesin bir seçim sürecine giriyor ve bu şartlarda bunun sonucu aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hesabıdır…
Bitmeyen ve bitmeyecek trajedinin, ne yazık ki, son perdesine daha çok var…