Dünya edebiyat tarihinde Beyaz Zambaklar Ülkesi, Simyacı gibi eserler sizi tadına doyum olmayan bir yolculuğa götürür. Ben sizi asrımızın bilge sultanı Nazarbayev’in ülkesine Kazak Eline bir Anka Kuş’unun üzerinde masalımsı bir yolculuğa götüreceğim. O çocukluğumuzdan kulağımızda ninnilerden kalan fısıltılarla.
Beyaz ışıklar ülkesi olan KAZAKİSTAN bu ışığı temiz yürekli insanlarının gözlerine yansıyan sevgisinden alır. Anka kuşu ile derin gökyüzündeki yolculuğumuzda zirveleri karla kaplı uzun ve engin dağlar, geniş ve uzayıp giden ovalar, derin ve tertemiz nehirler, kavrulmuş ve hala bir kervan geçecek gibi hissettiren çöller, çiçeklerle bezenmiş ve insanı saran kokularla göz alabildiğine uzanan düzlükler ve el değmemiş yeşil deniz misali ormanlar. Anka kuşunun kanadında üzerinde süzülüp dururuz. Bu masal ülkesi sizi her gün başka bir maceraya alıp götürür.
Hazarın maviliklerinden Altay dağlarına doğru süzülürlerken yılın her zamanı tepelerinde kar ve buzul bulunan Tyan-Shan, Tarbagatay sizleri selamlar. Sary bozkırına doğru Anka kuşu ile alçalırken yarısı tuzlu yarısı tatlı su Balkaş Gölünün büyüsüne kapılırız.
Kazak Elinin rüzgarları bizi alır eşsiz çam ağaçları ile çevrelenmiş buzul gölleri ile Kokşetau ulaştırır. Rüya ile gerçek arasında o ince çizgide Bayan Aul Ulusal parkında kaya resimleri arasında bilinmeyen zamanlara esir oluruz. Başımızda duran devası heykeller destanların gölgesini bize getirir. Kazak Elindeki yolculuğumuzda Kurgaldçino da doğanın en güzel yüzlerce bitkisinin içinde cennetten bir köşedir. Anka kuşu ile yolculuğumuzda uzun yollardan gelen flamingolar kanatlarımıza takılır. Tarihin derin sayfalarından gelen yeni umutlar ülkesinde gök yüzene doğru süzülen güneşi bir kartal kanatlarına almış giderken bilge Nazarbayev yeni destanlar yazmak için gözlüklerini takmış geleceğin Kazak elini hayal ediyor.
Asya’nın kalbinin attığı topraklarda eski çağlardan koşup gelen atlılar adeta zamanın rehberidir. Rüzgâr yeleli yağız atların üzerinde Nogaylar, Kazak Hanları tuğlarını Asya’nın dört bir yanına dikerler. Dombıra müziğinin çılgın nağmelerinde destansı zaferler kadar sürgünlerin, acıların ve kayıp ailelerinde izleri de vardır. Kulaklarımızı sürgünlerden kalan bir ağıt sarar. Kısık gözlü, nasırlı elleriyle bir Kazak ninesi dağlarda, taşlarda, ovalarda saklı derin acıları anlatır bize.’’Ve biliyorduk hep Kartal’ın bize güneşi getireceğini’’ diyerek başını mavi Kazakistan bayrağına çevirir.
Sonra ilahi bir çağrı sarar semaları ezan sesleri ile Yesevi Ocağına gideriz. Şehri Türkistan’a giderken dört biryanımızda tarihin her devrinden yapıtlar bizi sarar. Bu ülkede tarih adeta geçit törenindedir. Ahmet Yesevi’nin ebedi İstirahatgahına giderken uzaklardan bir deve kervanına takılırız. Bu yorgun kervanın üzerinden tarihin tozları bizi sararken kendimizi Hoca Ahmet Yesevi’nin makamında buluruz. Biz de kapına geldik asırlar sonrası, bizde müridiniz ey Pir-i Türkistan.
Kuş uçmaz kervan geçmez gibi yemyeşil ovalarda sizi aniden göçerler selamlar ya da bir çadır köy karşınıza çıkar. Kazak Eli bir sular ülkesidir. Ne kadar Aral eski günlerine ağlasa da etrafta alüvyon taşıyan, kimi kez çılgınca taşan, ya da kışın bembeyaz donan ırmaklar sizi götürdüğü engin dağ yamaçlarında sarı lâleler, mavi unutmabeni çiçekleri, kıpkımızı gelincik tarlaları içinde kaybolabilirsiniz. Anka kuşu ile yolculuğumuzda, çayırdan ormana, ormandan çöllere geçiyoruz. Gökyüzünün rengi zaman zaman griden maviye, pembeden turuncuya dönüşür. Kazak Elinde ressam doğanın tüm renklerini dört bir yana savurmuş.
Anka kuşu ile yolculuğumuz yaban elmalarının sıralandığı yollardan geçerek Almaata’ya varır. Kanatlarımızın altında karlı dağları aşarken beyazlıklar içinde süzülen bir gelin gibi bu şehir bizi karşıladı. Önümüzden gelip geçen teleferiklerle şehir ayaklarımızın altında. Kazakistan’ın rüzgarları alıp bizi Astana’ya götürür ‘Ömür Ağacı’nın etrafında uçarken Han Çadırı bizi selamlar. Rüzgarların şehrinde kanatlarımızı rüzgara emanet ederek Nur camiinin bembeyaz minarelerini geçiyoruz. Barışın ince ince işlendiği Piramidi arkamızda bırakarak bu geleceğin şehrinin esiri oluyoruz. Bayterek kulesinin etrafında süzülürken yeniden doğmanın, küllerinden yeniden doğuşun o inanılmaz üstü gücünü her yerimizde hissederiz. Bu şehir efsanelerden var edilmiş gibidir.
Anka kuşunun bu masalımsı yolcuğunda derin çekik bakışları ile karşımızı bilge adam Nazarbayev çıkar. Kollarının altına tüm Kazakistan halklarını saran bu ak saçlı adam bize yarının Kazak elini anlatıyor. Bir eli ile uzaya merdivenler yapıyor, diğer ile ile toprağın altından cevherleri çıkarıyor. Tozlu kitaplardan o derin zamanların tarihini okuyor bize. Nogaylardan, Altın Ordaya, Kazak Hanlarından Asya’nın çılgın süvarilerine dünyanın dört bir yanına savrulan Türkleri anlatıyor bilge adam bize. Anka kuşunun yolculuğunda bizi derin bir tarih sarıyor. Bilge adam bize ‘’tarihini bil ve unutma” diyor.
Anka kuşu güneşe doğru uzanan kartalın peşine takılarak o sonsuzluk yurduna doğru giderken milyonlarca Kazak Eli çocuğu 7’den 77’ye bir başka masal tadında hikayede bizi bekliyor. Gökten 3 üç elma düştü. Biri Almaata oldu, biri Astana üçüncüsünü siz bilin.