Bu başlığı yıllar önce bir kez daha atmış ve o günlerde yaşananlardan ve gidişattan dolayı Türkiye’nin geleceği ile ilgili karanlık bir tablo çizmiştim, görünen köyün kılavuz istemediği bir durumda haksız çıkmamın imkanı yoktu ama inşallah ben haksız çıkarım demiştim.
Bu aralar kısa kısa sürelerle eş, dost akraba ziyaretleri dolayısıyla sık sık gidip gelmeye başladık, bizim Ana-Baba-Kardeş vatana…
Geçen hafta sonu da toplamda 48 saati bulmayan bir İstanbul seyahati yapmak durumunda kaldık.
Seçim var ya…Koskoca İstanbul’da başlıca ana caddelerin hemen tümünün her metre karesi Recep Tayyip Erdoğan’ın irili ufaklı, hatta yer yer devasa posterleriyle donatılmış durumda.
İstanbul bu, milyonlarca insanı barındıran, milyonlarca oy potansiyeli olan, seçimin kaderinde de belirleyici olacak en büyük şehir…Kolay mı!
Seçim reklamı için sadece İstanbul için belli ki milyonlar değil, milyarlar harcanmış.
Bizim ufaklığa birşeyler almak için birçok mağazaya girip çıktım, hemen hepsinde de laf arasında şu soruyu sordum: Başbakan kimdi yahu? Ya cevap alamadım, ya da aldığım cevap “Erdoğan” veya “Recep Erdoğan” oldu, Tayyip’i yoktu!…
Erdoğan Recep mi, yoksa Recep Erdoğan mı diye sordum bir esnafa, aldığım cevap kelimesi kelimesine “Galiba Erdoğan Recep, ya da Recep Erdoğan’dı galiba, ya ne farkeder abi, Erdoğan işte Erdoğan…”
Milletin başbakanın kim olduğundan haberi yok, Recep Tayyip Erdoğan’ın da sadece soyadı beyinlerde kalıplaşmış, tek kelimelik kimlik haline gelmiş.
Ne başbakanın ne de bakanların bir tekinin adını bilen yok!
Sokaklarda batılı tek bir turist yok, İstiklal Caddesi’ni defalarca boydan boya yürüdük, tek bir batılı turist yok, sadece tek tük Asyalı turistler ve birkaç da Rusya tarafından turist var, hepsi o kadar…
Çoğu otelin restorantları Ramazan ayı diye kapalı, sadece sabah kahvaltıları veriliyor, bunun haricinde sadece belli yerlerde restorantlar açık, hepsi o kadar.
- yüzyılda, yüzlerce yıl boyunca tam anlamıyla medeniyetler beşiği olan bugünün kaotik kentinde yine tam anlamıyla bir cehalet hüküm sürüyor, belli ki din sömürüsünden beslenenlerin çevre üzerindeki mahalle baskısı hat safhada…
Otele gelen turist öğle ya da akşam yemeğini otelde yemek isterse ne halt edeceğini bilemeyecek durumda…
Yabancı turist ya bunların aklına uyup zoraki Müslüman olacak ve zoraki oruç tutacak, ya da sokak sokak gezip de ana cadde üzerinde bulursa açık bir lokanta bulacak…
Bu şartlar altında bekle de turist gelsin, turizm kalkınsın, mahalle baskısının keyfine göre turizm olsun…
İstiklal Caddesi’nin bir ucunda, tramvayın kalktığı yerdeki küçük meydanın ortasındaki bir direğe asılı bir Türk bayrağı, sararıp solmuş, paçavraya dönüşmüş…Belli ki zamanında birileri oraya asmış, Allah bilir ne kadar zamandır orada duruyor ki o hale gelmiş…
Çocukluğumdan beri manevi ağbeyim olan ve o sırada yanımda olan emekli komutan bölgedeki esnafa tepki gösteriyor ve “Bu bayrağın halinden utanmıyor musunuz, bunca insan buraya geliyor bayrağımızı bu halde görüyor, kılınızı niye kıpırdatmıyorsunuz” diye kızıyor…Cevap: O iş zabıtanın işi, onlar halletsin!
Esnafa gelince…Durum vahimin ötesine gitmiş!
Bir başka manzara: Kürtler bas bas “özgürlüklerimiz engelleniyor” diye bağırıyor ama iki grup genç birbirinden biraz uzak mesafelerde durarak bağıra çağıra Kürtçe şarkılar söylüyor, buna rağmen bir grubun söylediği diğer grubun söylediğine karışıyor…
Her köşe başını polis tutmuş durumda, polisle halk tamamen kopmuş, polis çevresindeki herkese potansiyel düşman gözüyle bakar, halk ise polise öcü gözüyle bakar durumda…
Anlayacağınız güvenlik gerekçesiyle çivisi çıkmış, herkesin herkesi düşman gördüğü bir ortam oluşmuş.
Esnafa gelince, taksicisinden mağaza sahibine, bakkalından çaycısına esnaf kapısına gelen müşteriyi üç lira beş lira için nasıl kazıklayacağını şaşırmış durumda…
30 yıl öncesine dayanan öğrencilik yıllarımızda da yabancısı olmadığımız bir durumdu bu, ancak ahlaksızlık bu kadar derin değildi, her köşeyi sarmış değildi…
Bugünse tamamen zıvanadan çıkmış, manevi değerler bitmiş durumda… Çıkarcılık, üçkağıtçılık, sahtekarlık, bencillik, terbiyesizlik, vurdumduymazlık, yüzsüzlük, ahlaksızlık, saygısızlık her köşe başını tutmuş durumda…
Kısacası, 16 yıldır iktidarda olan AKP’nin başbakanının bile adını artık kimsenin bilmediği Türkiye’de genel olarak maddi ve manevi yönden tam anlamıyla bir çöküş yaşanıyor…
Ve Türkiye, bu şartlarda bildik bir seviyesiz üslupla götürülen seçime gidiyor…
Geçen Cumhurbaşkanlığı seçimi uzun bir tatile denk getirilmiş, mevcut iktidar karşıtı 12 milyon kişi evde oturup da seçimde oy kullanmayı bekleyeceğine tatile çıkmayı tercih etmiş, bu şartlarda mevcut seçmenin toplam oyunun 32%’sini, sandığa giden seçmenin de 51% küsurunu alan Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Türkiye’de son yıllarda yapılan seçimlerin hemen tümü ciddi şaibeler altında geçmiştir.
Bugün de durum farklı değildir ve şaibeli bir seçime doğru adım adım gidilmektedir.
Ancak geçmiş dönemlerde halk tarafından şaibelerin göz ardı edilmesine vesile olan göreceli bir ekonomik refah vardı, Kürt seçmenle AKP iktidarı arasında karşılıklı çıkarlara dayalı bir danışıklı dövüş vardı…
Şu anda ise OHAL’in yanında tam anlamıyla ekonomik bir çöküş de var ve mevcut iktidarın tüm iç ve dış politikaları iflas etmiş durumda, bu kaostan çıkış için herhangi bir plan program yok, günü kurtaracak durumda bile değiller, Kürt kökenli seçmen ile AKP arasında ise soğuk rüzgarlar esiyor, taraflar birbirini düşman görüyor, birbirlerine karşı destek geri çekilmiş durumda.
Memlekette halinden memnun olan tek kesim FETÖ’nün dışındaki cemaatler ve tarikatlar…
Mevcut kaotik durumdan beslenmeye devam ediyorlar ve dengelere oynuyorlar.
Cemaatler ve tarikatların Türkiye’de yıllar yılıdır kurduğu denge aslında Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların temelini oluşturan en önemli faktör ve aynı zamanda da Türkiye için en büyük tehlike…
Bunların en büyük dayanakları da bunlarla yıllar yılı çıkar ilişkileri doğrultusunda kol kola yürüyen AKP iktidarıydı…
Ancak geldiğimiz günde yıllar yılı birleştirdikleri güçleri kısmen de olsa bölünmüş durumda ve da seçimde zararlarına olacaktır.
AKP’nin bu seçimde, eğer ki şaibeden uzak bir seçim olursa, istediğini alması, tek başına iktidar olması imkansız görünüyor.
Aynı şekilde, Başkanlık seçimi de Erdoğan için çok büyük bir risk oluşturuyor.
Mevcut seçmenin 80% aşan bir oranda sandığa gitmesi demek, Erdoğan’ın oyunun 40%’ın altına düşmesi, en yakın rakibi olan Muharrem İnce’nin ise 30%’u aşması, aradaki fark kapanırken ikinci aşamadaki finalde de sonucun daha başından belli olması demektir.
Şu anda öyle bir ortam oluşmuştur ki, AKP ve Erdoğan seçimi psikolojik olarak kaybetmiştir.
Ancak kozlar halen AKP’nin ve Erdoğan’ın elindedir.
Yine ancak diyeceğim, bu kozlar, örneğin mühürsüz oyların sayılması veya geçerli kabul edilmesi gibi bir durum söz konusu olursa, seçime yine şaibe karışacak, bu şaibeli ortamda AKP ve Erdoğan’ın zaferinin ilan edilmesi ise arkasından tam bir kaos getirecektir, çünkü bu kez ne muhalefet ne de daha önce AKP ile dayanışma içinde olan ama bu kez düşman olan Kürtler duruma seyirci kalmayacaktır.
Kısacası bu tarihi seçimde kazanmak için herşey mübahtır zihniyetiyle yapılacak olan ayak oyunlarına karşı tüm muhalefetten topluca bir tepki ortaya çıkacaktır ve bu da bir iç savaşın da tetikleyicisi olabilecektir.
Böyle bir durumda mevcut düzeni korumak ve kollamak adına ellerinden geleni artlarına koymayacak olan AKP’nin yanında cemaatler ve tarikatlar yer alacak, bunların karşısında tüm muhalefet yer alacaktır.
Seçim sonucunda muhalefet güçlü çıkarsa AKP ve Erdoğan yenilgiyi kabul edip de köşelerine çekilir mi, yoksa daha da agresifleşir ve koltuğu bırakmamak adına ülkeyi daha büyük bir kaosun içine sürükler mi, orası şu anda bilinmez ama bu düzenden ve sistemden beslenen cehaletten ve din sömürüsünden beslenen menfaat merkezleri için durum farklıdır.
Ellerindeki imkanları kaybetmemek için gerekirse Türkiye’yi baştan aşağı yakarlar ve kana bularlar, kendilerine karşı gelen, menfaatlerine dokunan herkesi ve herşeyi en vahşi yöntemlerle yok etmekten çekinmezler…
Eğer AKP dahil, muhalefet ve Kürt kesim akılcı davranmazsa, sağduyunun ve adaletin sesine kulak vermezse, şu an çok kırılgan bir zeminde duran Türkiye Suriye’dekine benzer bir kaosun içine düşebilir.
Kazasız belasız, mutlu ve esenlikli bir bayram dilerken bayram sonrasında da daha güzel, daha refah günler dileyelim.