Yaklaşık on ay önce, 7 Ekim 2023 tarihinde dünya bir kez daha bir şokla karşılaşmış, Netanyahu’nun siyasi ömrünün bitmesine en fazla bir hafta kala, Hamas çapulcuları Gazze’den kalkıp İsraillilere karşı bir saldırı düzenlemiş ve saldırının daha ilk anlarında hemen tümü sivillerden, çoğu da çocuklardan oluşan 1200’den fazla insanı acımasızca katletmişlerdi, hatta yataklarında uyuyan bebekleri bile acımadan katletmişler ve yedikleri haltları da kafalarına taktıkları kameralara çekmişler, dünyaya servis etmişlerdi…
Neticede, İsrail hemen karşı saldırıya geçmiş, on aydır süren İsrail saldırıları sonucunda nerdeyse yarıya yakını çocuk en az 40 bin Filistinli ölmüş, hala da ölmeye devam ediyor…
Bu savaşın neticesinde Netanyahu’nun siyasi ömrü uzamış, yıkım halindeki Gazze’de, ki Filistin Kurtuluş Örgütü artıklarıyla İran destekli Hamas çapulcuları arasında paylaşılmış bir bölgeydi, Hamaslı çapulcuların yağma çeteleri savaş var bahanesiyle zaten ezim ezim edilmiş Filistinlileri tam anlamıyla soyup soğana çevirmektedirler, sömürmektedirler, gık diyenin kafasını koparmaktadırlar, nasılsa kanun, kural, yasa filan yok, bunların hepsi de Hamas demek…
Anlayacağınız, özetle, şu anda savaş demek Netanyahu için siyasi rant demektir, her ikisi de tescilli Türk düşmanları olarak, Hamaslı çapulcular ve FKÖ artıkları içinse hırsızlık, yağma, soygun, vurgun demektir…
Hamas’ın başındaki İsmail Haniyeh denen şahıs Gazze cayır cayır yanarken ve çocuklar katledilirken 28 yaşındaki yedinci karısıyla Katar’da davullu zurnalı düğünle evleniyordu, yedinci evliliğini yapıyordu, emlak zengini olan oğlu da savaşa rağmen Hamas korumasında Gazze’nin en zengin emlakçısı konumunda keyfini sürmeye devam ediyordu, bir ara üç evladını İsrail öldürdü, sadece birkaç damla timsah gözyaşı döktü, nasılsa geride on tane daha vardı…
Bu aralar pek ortalıkta görünmüyorlar, sesleri solukları pek çıkmıyor, belli ki birileri bunların kuyruğuna basıverdi, bunları destekleyen İran Cumhurbaşkanı sözde kazada ölünce, kuyruklarını kıstırıp deliklerine kaçtılar…
İsrail elbette bunların kafalarını er ya da geç koparacaktır, yerlerine başkalarının üremesine de engel olacaktır, nereye giderlerse gitsinler, ne yaparlarsa yapsınlar, kurtuluşları yoktur, dünya tahmin ettiklerinden daha küçüktür…
Neticede, Netanyahu’nun siyasi ömrünü uzatan bu savaşın sonunda, doğu Akdeniz’de İsrail’in hak sahibi olduğu trilyonlarca dolarlık gaz rezervleri önümüzdeki dönemde paraya döndürülürken bu doğal rezervlerden gelecek gelirlerden, hak sahibi olmalarına rağmen, Filistinlilere tek kuruş gelir gelmeyecek, bütün para Yahudi sermayesi tarafından kontrol edilecek, ki bu da İsrail-Filistin savaşının bir başka net ve esas beklenen, istenen sonucudur…
Bu arada, her nasılsa, açık açık İsrail düşmanlığı yapan ve Hamas’ın İsrail’e saldırısı sonrası kınalar yakan, Mahsa Amini’nin İran ahlak polisi tarafından başörtüsünü İslami kurallara göre takmadığı için başı ezilerek öldürülmesi neticesinde İran’da çıkan rejim karşıtı ayaklanmalarda da birçok kişinin idam kararını onaylayan İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Amir Abdullahiyan’ı taşıyan helikopter düştü, ikisi de yanarak öldüler…
İran’dan yapılan yeni cumhurbaşkanlığı seçimini ise, bir önceki seçimde aday olması mollalar tarafından engellenen Türk kökenli ve reformcu aday Mesud Pezeşkiyan kazandı…
Bu kez mollalar Pezeşkiyan’ın adaylığına ses çıkaramadılar, seçimi de kazandı, o gün bugündür mollalar tayfasından İsrail aleyhine, Filistin veya Hamas lehine tek kelime edilmiş değil!
Koltuk ve çıkar derdi böyle bir şey işte, benim koltuğum ve rantım söz konusuysa, senin derdin beni ilgilendirmez kardeşim!!!
………………….
Amerika’da sonucu şimdiden belli bir seçim yarışıdır gidiyor.
Ben sonucu şimdiden söyleyim, seçimin kazananı Kamala Harris’dir, ABD’nin ikinci siyahi lideri olacaktır…
Trump’ın suikast tiyatrosu da bir işe yaramayacak!
Ne tiyatroydu ama!!!
Çok da beceriksizceydi, biraz Hollywood desteği alsalardı belki biraz daha iyi mizansen olurdu…
Trump efendi, düpedüz bir kenar mahalle parkında, ki tam olarak park bile değil, ne idüğü belirsiz bir yer, oraya özel olarak getirildikleri belli olan bir avuçluk bir figüran tayfasına nutuk atarken tak tak diye silah sesleri duyulmaya başlıyor…
Güya suikastçı 8 el ateş ediyor, sonra da Trump’ı koruyan keskin nişancılar tarafından vurularak öldürülüyor, ama 8 el atış net şekilde duyulmasına rağmen suikastçıyı vuran atış veya atışlar duyulmuyor…
“Bizimki” kulağını tutarak yere doğru eğiliyor, gizli servis ajanları üzerine doğru koşuyor, bu arada hiçbiri silahına el atmıyor, acemice bizimkinin üzerine kapanıyorlar, bizimki kulağını tutarak ayağa kalkıyor, güya kulağından vurulmuş, ama kulak sapasağlam duruyor, biraz kırmızı renkli boya, pardon, kan, suratına saçılmış, gizli servis ajanlarını itekleyerek yumruğunu havaya kaldırıyor, üç kez “fuck” diye bağırıyor, figüranlar da gülüşerek “USA” diye bağırıyorlar…
Bu arada, gizli ajanların hiçbiri silahına elini atmadığı gibi, olası bir başka suikastçının olma ihtimali de göz ardı ediliyor ve Trump efendiye şovunu yapma fırsatı veriliyor, bizimki ajanları aralayıp yumruğunu havaya kaldırıyor, fuck diye bağırıyor, olayın başından beri de üzerine anında atılması gereken kurşun geçirmez örtü de atılmıyor…
Bizimkinin kurşunla mı vurulduğu, yoksa kırılan veya seken bir cam veya metal parçasıyla mı vurulduğu bir türlü netleştirilemiyor, çok mühim bir mesele ya, en sonunda FBI başkanı çıkıp “Trump’ın kulağındaki yaranın kurşun yarası olduğu kesinlik kazandı diyor”, başta ben olmak üzere, millet de bu açıklamaya poposuyla gülüyor, bir yaranın kurşun yarası olup olmadığını anlamak FBI gibi bir kurumun en az bir haftasını almış!!!…Vallahi çok zor işmiş, öğrenmiş olduk!
Neyse, bizimkinin oyları rakibi olan Amerikan derin devleti kuklası olan bunamış ihtiyarın oyları karşısında pırt diye yükselişe geçiyor…
Bu arada, yanında birileri olmazsa gidip en yakın çukura düşecek veya bir arabanın altına dalacak olan ihtiyar tutturdu, ben tekrar aday olacağım, mezara da başkanlık koltuğuyla birlikte gömüleceğim diye!
Neyse, “bizimkinin” suikast tiyatrosu ters tepti, ihtiyarın seçimi kaybedeceği kesinleşince, ihtiyara baskı yapıldı, ihtiyar inleye inleye çekilmeye razı oldu, daha doğrusu geriye “zorla çektirildi”, Kamala’nın önü açıldı ve seçimi daha başlamadan kazandı…
Gelelim bizimkinin suikast tiyatrosunda kitabına uymayan noktalara!
- Saniyede 900 metre üzerinde bir süratle giden bir kurşunla vurulduğunuzda, bu kulağınız bile olsa, vurulduğunuzu hissetmezsiniz, mermi gövde, baş, ayak gibi bir bölgeye çarptığında ya paralize olup yere düşersiniz, ya da yere düşmeden ölmüş olursunuz, sıyırıp geçmesi durumunda sıyırdığını anlamanız pek mümkün değildir, ama “bizimki” vurulduğunu anlamış, elini kulağına götürmüş, yere çökmüş, atılan herhalde kurşun değil leblebiydi…
- Saniyede 900 metre üzeri bir süratle gelen bir kurşu yumuşak dokuyu vurduğunda paramparça eder, lapaya çevirir, kulağın ucuna bile vursa, bırakın vurmayı, çarpsa, sıyırsa, kulağın yarısına yakını parçalanır, bu parçalanma da öyle simetrik, bizimkinin kulağında görüldüğü gibi sadece basit bir morarma gibi filan olmaz…Amma ve lakin, bizimkinin kulak sapasağlam yerinde duruyor, kulağın iç kısmında ufacık, çapı yarım santim kadar ya var ya yok, bir siyahlık var, boyanın, pardon yani, kanın diyecektim, nerden aktığı da belli değil, vurulma anında saçları ne önden ne de arkadan bozulmamış, tiril tiril hepsi yerinde, maşallah!!!…Halbuki atıldığı iddia edilen merminin geliş açısına göre kulaktan vurulduktan sonra en azından kafa derisine de temas etmeliydi, böyle bir durumda ise sadece temasın yaratacağı kinetik enerjinin şoku bile bilincini kaybetmesine ve dengesiz bir şekilde yere düşmesine yeterliydi…
- Suikastçi olduğunu iddia ettikleri herif niye 500 dolar verip de işini adam gibi göreceği bir tüfek alıp, işini görmedi ve keskin nişancılıkta asla kullanılmayacak, merminin güvenli isabet mesafesi de 150 metreyi geçmeyen, çapı da 5,56 olan bir yarı otomatik AR-15 kullandı?…Halbuki bir Amerikan başkan adayını temizleyecek bir suikastçı böyle acemice bir iş yapmaz, gidip en azından 500 dolara en az 500 metreye nokta atışı yapabilecek bir silah alabilirdi, işini garantiye bağlayabilirdi, ki 2-3 bin dolara mükemmel atışlar yapabilecek silahlar da var, ama 500 dolarlık bir silah da 500 metreden işini rahat rahat görürdü…
- Kennedy’e en az beş yerden çapraz ateş açılmış ve iş garantiye alınmıştı, 21. Yüzyılda bir Amerikan başkan adayına yaklaşık 150 metre mesafeden 8 el ateş açılma ihtimali ne kadar gerçekçidir?…Suikastçı güya oralarda dolanmış, keşif yapmış, alanda dron uçurmuş, sonra da bizimki alana geldikten sonra kulübeye merdiveni dayayıp, elinde silahla yukarı çıkmış, pozisyon almış, 8 el ateş etmiş, bu arada gizli servis ajanları ve polis de mışıl mışıl uyumuş…Suikastçi ile bizimki arasındaki mesafe ile ilgili açıklamalar da tutarsız, 120 metre ile 180 metre arasında farklı mesafelerden bahsedildi, ancak simülasyonlara bakıldığında gerçek mesafe 120 metre civarında ve bir Amerika’nın başkan adayına bir suikastçı elinde dandik bir tüfekle 120 metre yaklaşmış, keyifle pozisyon da alıp, ateş etmiş, hem de 8 el ateş edecek kadar zaman da bulmuş…Atış aralıklarındaki zamanlamaya gelince, normal şartlarda ilk atış en rahat nişan alınarak ve soğuk namlu ile yapılan atıştır ve bu mesafeden güçlü bir havalı tüfekle bile atış yapsanız, hedefi bulursunuz…İlk atıştan sonra yapılan ikinci atışın birinci atışla olan zaman aralığı bir saniye bile değil, yani tüfek tepmesiyle bir anlığına kaçan nişan noktasını tekrar nişana getirmeye vakit yoktur, sonraki 7 el atış da rastgele, sırf tiyatronun senaryosuna uyulsun diye, gürültü çıkarmak için yapılan atışlardır…Eğer tüfek çok iyi sabitlenirse işi iyi bilen usta bir keskin nişancı dürbünlü ve yarı otomatik bir tüfekle 100 metredeki insan boyutundaki bir hedefe saniyede bir atış yapabilir, ama bu manzarada bu tür bir atışı gerçekleştirecek hiçbir teknik faktör
- Suikastçının damda nişan alırken çekilmiş fotoğrafında tüfekte dürbün yok, ama suikast silahı basına gösterilirken üzerine bir de dürbün takılmış…Bir kere bu çağda işini ciddiye alan hiçbir suikastçi, dürbünsüz, yapım amacı sadece 100 metre altı kısa meseflerde atış yapmak olan bir tüfekle, üstelik de 5,56’lık bir tüfekle asrın suikastını yapmaya kalkışmaz, gider en az 500 metreden zınk diye attığı noktayı vuracak kaliteli bir silah ve dürbün alır, atışını da kendini kabak gibi ortalıkta göstererek 120 metreden değil, çok daha uzaktan, kaçışını da garantileyecek bir noktadan, gizlenerek yapar, sonra da yakalanana kadar yediği haltın keyfini çıkarır, tabi yakalanabilirse…
- Şimdi teferruatları bırakıp, işin özüne dönelim…Birileri Trump’ın kazanmasını istemiyor, ama kazanmasını istiyormuş gibi görünüp “Bak birader, gel seninle bir oyun oynayalım, ihtiyarı anında safdışı edelim…Sana bir suikast düzenleme tiyatrosu oynayalım, anında oyların artsın” diyor!…Bizimkinin paçalarından feci şekilde zeka aktığından bu teklife anında balıklama atlıyor, zokayı yutuyor…Tiyatro oynanıyor, bizimki sanıyor ki rakibi hep ihtiyar olacak ve sandıkta ihtiyarı çatır çatır yiyecek…Amma ve lakin, ilk anda bu tiyatrodan sonra bizimkinin oyları fırlasa da, ihtiyarın geriye çektirilmesi ve Kamala Harris’in aday gösterilmesiyle şak diye çuvallıyor, oyları geriye saymaya, Kamala’nın oyları fırlamaya başlıyor…Trump turpu yediğiyle kalıyor!
- Güya o düzmece suikast olayında ölen ve iki de yaralanan olmuş, hiçbir yerde görünmediler, adları bile anılmadı, suikastçiye ne olduğu da bir muamma, cesedi birkaç dakika damda kalakaldı, uzaktan birkaç fotoğrafı çekilip sosyal medyada yayınlandı, sonra herif ortadan kayboldu, akıllarda ise sosyal medyada olay öncesi yayınladığı videoda “Guess what, you got the wrong guy – Hadi tahmin edin, yanlış adamı yakaladınız” diye sırıtarak alay ettiği görüntüler kaldı…
- Netice, bir olayda kimin ne halt ettiğine bakmayın, kimin o olaydan karlı çıktığına bakın, karlı çıkan her kimse, o olayın esas tezgahtarı da odur…
…………………………….
Gösterişli 20 Temmuz 50. yıl törenlerinin ardından UBP kurultayına sayılı haftalar kala, bizim memlekette siyasi arenada çok ilginç şeyler oluyor…
Geçtiğimiz haftalarda CTP genel başkanı Tufan Erhürman Türkiye’ye gitti, önce AKP Genel Başkan Vekili ile görüştü, sonra da CHP Genel Başkanı ile görüştü…
Bu görüşme, tam da gelecek yıl yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olası adayların kimler olacağı konusunda senaryolar üretilmeye başlandığı bir zamanda oldu…
Yıllardır CTP ile AKP arasında göze görünen hiçbir temas yoktu, her ikisi de ötekini yok sayıyordu, aleni bir düşmanlık politikası sessiz sessiz yürütülüyordu…
Erhürman Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olursa, ki bu vakitten sonra aday olacağı kesindir, nasıl bir tabloyla karşılaşacağını bildiğinden “ısınma ve ısıtma” turlarına başladı, öyle ki, AKP’nin kendisini desteklemese bile, kösteklememesi ve kazanması durumunu kolaylaştırmak için daha başından mavi boncuk dağıtma, yeni bir döneme sayfa açma taktiği uygulamaya başladı…
Eh, rakibi Ersin Tatar olmaya devam ederse, Tufan Erhürman önümüzdeki seçimi büyük olasılıkla ve sadece oturduğu yerden kazanır, çünkü geçmiş dönemde Tatar’a isteyerek oy vermiş olanların bile bu dönem oy vermeye niyeti yok gibi…
Hatırlarsınız, geçmiş cumhurbaşkanlığı seçiminde seçim sırasında adada olan seçmenlerin üçte biri sandığa gitmemiş, her iki adaya da restlerini çekmişlerdi, her iki aday da mevcut oyların sadece üçte birini alabilmiş, Tatar ucu ucuna kazanmıştı…
Akıncı’nın kaybetmesinin en büyük sebebi, kendisi seçilirken kendisine açık açık yardım etmiş olan AKP ile ters düşmesi, AKP ile tüm Türkiye’yi özdeşleştirmesi ve söylemlerinde Türkiye’yi hedef alarak, Türkiye karşıtı söylemlerle bir seçim kampanyası yürütmesiydi, ki hem kendisinin hem de taraftarlarının yürüttüğü ve kendi kafalarına uymayanlara karşı çok çirkin saldırılar da yaptıkları o kampanyada ana hedef Türkiye karşıtlığını ön plana çıkarmak, Türkiye karşıtı olanların ve olmayanların saflarını belirginleştirmek, Türkiye (daha doğrusu Türkiye ile özdeşleştirdikleri AKP) karşıtlarının desteğini alarak yeniden bir seçim kazanmak ve seçim sonucuna da dayanarak, Türkiye’nin garantörlüğünü de sorgulatmak, Türkiye’yi Kıbrıs’tan dışarı atmak, böylece de AKP’nin de elinden kurtulmak için zemin hazırlamaktı…
Tatar’ın kazanmasının en büyük sebebi ise kendisinin doğru aday olması veya doğru seçim stratejisini yürütmesi değil, tam tersine, rakibinin izlediği seçim politikasının başarısızlığıydı, yanlışlığıydı, Türkiye karşıtlığının tutmamasıydı, amma ve lakin, eğer Akıncı politikasını doğrudan AKP’yi hedef alarak sürdürseydi, şu anda çok muhtemelen Cumhurbaşkanı olmaya devam edecekti…
Eğer aynı terane devam ettirilirse, geçmiş seçimden ve sonuçlarından ders çıkarılmazsa, bu sefer Tatar kaybeder, karşısına kim çıkarsa çıksın, kazanır, Tufan Erhürman da bunu bildiği için şimdiden ısındırma turlarına başladı, kendisine olası bir alternatif çıkamadan ön plana çıkma gayretine girdi, ki Akıncı da kazandığı seçim öncesinde tam da bu stratejiyi izlemişti…
Ancak Tatar aday olmaz ve Erhürman’ın karşısına da UBP güçlü, özellikle de UBP tabanı tarafından sevilen, siyasette yıpranmamış, hatta diğer parti tabanları tarafından da saygı gören, eleştirilmeyen, takdire gelince de yaptıkları rakipleri tarafından bile sessizce takdir edilen bir aday çıkarırsa, o zaman Erhürman’ın bütün hayalleri şap diye suya düşer, UBP’nin çıkardığı aday açık ara kazanır…
Ha, henüz bitmedi, daha durun, daha yeni başladık, önümüzdeki bir yıl içinde coğrafyamızdaki tüm taşlar yerinden çatır çatır oynayacak, hatta taşları oynattığını ve kendini oyun kurucu aktör sanan piyonlar da o taşların altında kalacak, ezilecek…
İşte gidişat bu kadar basit, görünen köy kılavuz istemez!
Daha bir sene olmadan bu coğrafyada İran gibi bir ülkenin cumhurbaşkanı öldü, trilyon dolarlık doğal kaynaklardan hak payı alması kesin olan Filistinliler bir damla suya, bir kuru ekmeğe muhtaç oldu, Türkiye ile Suriye arasında normalleşme için yeşil ışık yakıldı, buna karşılık AKP iktidarının desteklediği çapulcular Türk bayraklarını parçalayarak, Türk askerine kurşun sıkarak Türk milletine yine meydan okudu, ilk defa AKP ile Türk ve Türkiye düşmanı FKÖ artıkları arasında açık ve net bir gerilim baş gösterdi, ki bunun sonundaki gidişat İsrail ile Türkiye arasında yeniden normalleşmedir, ki bu da doğu Akdeniz’deki doğal gazın Avrupa’ya taşınmasında Türkiye’nin de rol ve gelir sahibi olmasına yol açacaktır, ki bu da Rum kesimiyle Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi demektir, ki bu da Rum kesimindeki Akel ile iyi ilişkiler içinde olan Erhürman’ın seçilmesi ve Türkiye ile Rum tarafı arasında arabuluculuk yapması için bir fırsattır ve Türkiye için işleri kolaylaştıracaktır, ve nihayette anlayacağınız, bazıları akıllıdır ve ilişkiler karşılıklı çıkarlara göre şekillenmektedir ve kendini alemin akıllısı sananlar çıkarlarına göre davranmaktadır…
Biz de filmi seyreden ahmaklardan ibaretiz, vesselam…