Başlığı okuduğunuzda devamını zaten biliyorsunuz…
Bölgemizin Amerikan emperyalizminin ve uzantılarının çıkarları doğrultusunda yeniden inşa edileceğini ve bunun uzun soluklu bir süreç olacağını, nihai hedefin de Türkiye’nin parçalanması olacağını son yıllarda, özellikle 2008’den sonra Obama’nın başkan oluşundan sonra, defalarca yazdık…
Şu anda, diğer yakın coğrafyadaki ülkelerden sonra, Suriye’de de böl-yönet politikası uygulanıyor, ki uygulaması 14 sene önce başladı, ve nihayete ulaştı…
Kıbrıs’ta böl-yönet politikası en az 70 yıl önce uygulanmaya başladı ve şu anda da başarıyla uygulamaya devam ediliyor.
Irak’ta böl-yönet politikası başarıyla uygulandı, halen de uygulamaya devam ediliyor.
Libya’da böl-yönet politikası başarıyla uygulandı, halen de uygulamaya devam ediliyor.
Mısır’da denendi, tutmadı, çünkü Mısırlılar binlerce yıldır birliğini, bütünlüğünü korumuş, en azı yarısının aklı başında bir millet!
Son örnek Suriye’ye gelince, öyle bir durumları yok, tarih boyunca ne birliklerini, ne de bütünlüklerini korudular, ülke sınırlarını da cetvelle Fransızlar ve İngilizler ortak çıkarları doğrultusunda çizdi, bayraklarını bile bunlar dizayn etti, üstelik de Arap uşaklarının tümünün bayraklarını ve sınırlarını!
Renklerine ve tarzlarına bakın, şekil şemal gözünüzün içine içine girer, üç çizgi, ya dikine, ya enine, birkaç yıldız, renklerin hepsi aynı, neyse daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim, isteyen araştırsın bulsun…
Peki böl-yönet politikasının başlıca piyonları kimler?
Talibanından, El Kaidesinden, El Nusrasından, Işid’inden, Fetösünden, Hamasından, Hizbullahından, El Fetihinden, Ösosundan, HTŞsinden, PKKsından tut, ki bu listeye daha sayısız isim eklenebilir, tümünü de Amerika ve destekçilerinin ortak çıkarları doğrultusunda kullanmak için yarattığı radikal İslamcı, zırcahil çapulcuların oluşturduğu terör örgütleri!
PKK gibileri, ki sözde etnik bir savaş veriyorlar, duruma göre, hedefe göre peydahlanmış türden olanlar!
Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne, yani Türklerin eşi benzeri tarihte görülmeyen bir kurtuluş savaşı ile zamanın en güçlü emperyalistlerini tek sahada yenilgiye uğratarak kurdukları ve tüm kurum ve kuruluşları Türk Silahlı Kuvvetleri korumasında olan bir devlete karşı ilk etapta radikal dinci bir oluşumla saldırmaları tutmayacağı için önce PKK türünde etnik bir terör örgütü yaratarak şanslarını denediler…
Hoş, tıpkı selefi Asala gibi, PKK’yı yaratanlar bu çapulcuların da Türkiye Cumhuriyeti için böl-yönet anlamında gerçekçi bir tehdit olamayacağını, sadece sürekli bir ayak bağı olacağını, zaman içinde eylemleriyle etnik düşmanlık yaratacağını ve uzun süreçte bu etnik düşmanlığın da kökleşeceğini biliyorlardı, ki zaten amaç da buydu, öyle de oldu.
Ama 2000’lerin başında Türkiye’nin başına AKP ile siyasal İslamcı bir parti geçince, işin boyutu değişti. Oğul Bush yönetimi zaten AKP daha iktidara gelmeden AKP’nin önde gelenlerini Washington’da ağırlayınca ve allaya pullaya dünya kamuoyuna Türkiye’nin yeni siyasetçileri diye tanıtınca, Perşembe’nin gelişi zaten Çarşamba’dan belliydi.
Dönemin ağır toplarından Erbakan’ın bütün feryatlarına karşın, AKP’nin o zamanki yöneticiler, ki CB Erdoğan hariç, aralarında o dönemden kalan birileri artık pek yok, Amerika’nın iktidar vaatlerine kandıklarında körle yatıp, şaşı kalkacaklarının farkında değillerdi…
Bu “kör” öyle bir kör ki, yakaladığını suyunu dibine kadar sıkıp çıkarmadan bırakmayan, son kullanım tarihi gelene kadar tepe tepe kullanan türünden bir kör!
Nitekim, Ecevit-Çiller-Yılmaz dönemi bir hafta içinde Türkiye içinden onlarca milyar dolarlık sıcak paranın çekilmesiyle ve Türkiye tarihinin en büyük yapan, dış kaynaklı ekonomik krizlerinden birinin aniden baş göstermesiyle, jet hızıyla kapandı…
Bunların yerine adalet, demokrasi, hak, hukuk, yolsuzlukla mücadele, özgürlükler falan filan vaat eden AKP geldi…
Geldi gelmesine de, gelir gelmez özgürlük açılımından ilk yararlananlar memleketin her köşesinde sinmiş, toplumsal tepkiden korktuğu için kafasını deliğinden pek çıkarmayan tarikatlar, cemaatler ve Türkiye’yi bölmek için harıl harıl uğraşan PKK yararlandı, PKK’nın yanında nur topu gibi bir de Fetömüz peydahlandı ve devletin yargı, asker, polis gibi kilit kurumlarına kanser gibi yayıldı, yetmedi, İran güdümlü Hizbullahımız da canlandı, yetmedi, Ortadoğu’nun başbelaları Hamas ve Müslüman Kardeşler denen eli kanlı katiller sürüsü de Türkiye’nin içine doluştu!
Radikal İslamcı terör grupları Türkiye’nin içini ve hemen dışını mesken tutarken, envai tür mafya çeteleri ülke içinde ürerken, AKP bir taraftan sözde yolsuzlukla mücadele ediyordu, memleketin bütün öz kaynaklarını satıp savarak ekonomiyi kalkındırıyordu, diğer taraftan artık devlet içinde devlet olmuş birileri, ki bunların doğrudan CIA tarafından yönlendirildiğini anlamak hiç zor değil, Ortadoğu’da emperyalizmin hedefleri önündeki en büyük engel olarak gördükleri Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpas üzerine kumpas kuruyor, TSK’yı içten içe çökertmeye çalışıyordu…
Neticede, 2010’dan sonra Türkiye bir de dört bir yandan göç saldırısına uğrayınca, sınırları kevgire dönünce, Türkiye’yi bölüp parçalama hedefleri daha da kolaylaştı…
Gidişat gerçekten de süperdi, süper!
Yetmedi, 2010’arın başında aniden Müslümanın Müslümanı kırıp geçirdiği, Müslümanın Müslümana Müslümanlık tasladığı, Müslümanların birbirlerini vahşice parçaladığı, bir süreç başladı…
Tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu, Amerika’nın emperyalist hedefleri doğrultusunda yeniden dizayn ediliyordu…
Doğrusu Amerika’ya da şapka çıkarmak gerekiyor, defalarca denediği ve her seferinde başarıyla uyguladığı yöntemleri inat ve ısrarla görmemezlikten gelen, din sömürüsünün esiri olan zırcahil Müslüman tayfasının arasından devşirdikleri katiller sürüsü, her seferinde sırf Amerikan çıkarları için birbirlerini katletmekten geri durmadılar, Amerika da bunları tepe tepe kullandı ve halen kullanıyor, kullanmaya da devam edecek…
Taktik basitti, sayısız kez yazdık, bir daha yazalım: Kavga edeceğin şeytanı kendin yarat, kendi istediğin şartlar oluşana kadar da o şeytanla kavgaya tutuş, ama asla yok etme, son kullanım tarihi gelmeden yok edersen de yerine en az iki tane aynı görevi görecek başka şeytanlar yarat…
Örnek mi, en yakındakinden verelim: Taliban’ı yarattılar, sonra Taliban içinde El Kaide’yi yarattılar, sonra El Kaide içinden El Nusra’yı yarattılar, bunun yanıbaşına Işid’i yarattılar, sonra da bunların adını değiştirip, hepsini HTŞ başlığı altında topladılar, şeytanlar sadece isim değiştirdi, kılıkları aynı kaldı!
Ortadoğu’da yaratılan radikal İslamcı ya da etnik terör örgütlerinin tümünün de ortak hedefinde ya Türkiye vardı, ya da Rusya’nın askeri ve ekonomik açıdan güdümünde olan ülkeler, ki bunlar resmen ülke olarak kabul edilseler bile, her şeyleri ile zoraki oluşumlar oldukları için bunlara ülke filan bile denemez!
Suriye’deki Esad iktidarının düşüşüyle, Rusya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasındaki son askeri ve ekonomik kalesi de düşmüş oldu!
Suriye ordusunun Katar’ın para kasası olarak başrolü oynamasıyla en üst düzeyden en altındaki erine kadar milyarlarca dolar karşılığı satın alındığı ve bu yüzden kendilerinden çap olarak en az 4-5 kat daha küçük ve zayıf durumda olan bir düşmana karşı savaşmadan sahadan kaçtıkları ileri sürüldü, ki bu büyük ihtimalle doğrudur, ama bu ana konumuz değil, bir tarafa bırakalım.
Peki, Suriye’nin aniden düşüşüyle, devletinin ortadan kalkışıyla ne oldu!
İşte işin püf noktası da burası, şimdi gelelim o noktaya!
AKP iktidarı Esad’ın düşüşüne çok ama çok sevindi, hatta MİT başkanı İbrahim Kalın kalktı gitti HTŞ teröristleri arasında Şam’daki Emevi Cami’de namaz kıldı…
Uzaklardan atılacak tahrik amaçlı bir kurşunun o curcunada kendisini hedef alabileceğini, kim vurduya gidebileceğini hiç düşünmedi, düşündüyse bile kendilerince tedbir aldılar herhalde!
Peki, şimdi geriye ne kaldı, ona bakalım!
Geriye hem içte hem de sınırlarında PKK, ÖSO, HTŞ, Hizbullah, Hamas gibi terör örgütleriyle çevrilmiş bir Türkiye kaldı!
Hamas’ı da bunlara kattım çünkü İsrail kafalarını ezdikten sonra bunların tek sığınacağı liman Türkiye kalmıştı, çünkü hiçbir Arap ülkesi bunları içine alıp da başına İsrail’i bela etmezdi, bu riske girmezdi!
Yakın geçmişi hatırlayın, AKP’nin MHP’den sorumlu genel başkan yardımcısı Bahçeli hazretleri birdenbire akıl tutulmasına uğrayıp, kalktı 40 binden fazla askerimizin katledilmesinden sorumlu terör örgütünün elebaşlarından biri olan Apoş’u, emperyalizmin en büyük güçlerini yenerek kurulmuş olan TBMM’de konuşma yapmaya ve PKK’yı silah bırakma çağrısı yapmaya davet etti…
Aradan da 24 saat bile geçmeden “alın size Apoş’lu açılım” cevabı geldi, Türkiye içinde konuşlanmış terör hücrelerinden biri bir yerlerden gelen bir talimatla anında harekete geçti, Ankara’nın sözde en iyi korunan kurumlarından biri olan TUSAŞ saldırısı gerçekleşti, boşu boşuna masum insanlar katledildi, bu katliamla “siz kimsiniz ki bizi kontrol edeceksiniz, siz kimsiniz ki ahı gitmiş vahı kalmış Apoş’u bizim önümüze koyacaksınız, siz kimsiniz ki kendinizi bizden akıllı göreceksiniz, siz kimsiniz ki ucuz siyasi manevralarla bizim elimizden kurtulacağınızı zannedeceksiniz, işte size dünyanın değil ama Ankara’nın kaç bucak olduğunu gösterdik, sizi istediğimiz yerde, istediğimiz zamanda vururuz, haddinizi bilin, bilmezseniz işte böyle bildiririz, isterseniz şansınızı bir daha deneyin de ne olacağını görün…” mesajı verdiler…
AKP-MHP iktidarı da bu tehdit karşısında anında da sus pus oldu, gıkını bile çıkaramadı, terörü suçlamaya kalkıştı, ki suçlamasına filan da gerek yoktu, terörün elebaşından medet uman ta kendileriydi, ama imdatlarına Suriye’deki gidişat yetişti de gündem değişti, bu sefer de “Suriye’nin kurtarıcıları” rolüne soyundular, o da yeni bir gündem maddesi ortaya çıkana kadar, ki bu yine Türkiye içinde bir terör saldırısı olabilir…
Türkiye’nin içine çöreklenmiş terör odakları bu tür terör saldırılarını son yıllarda, özellikle 2015’de Ankara Garı saldırısıyla başlayan ve 2016 yılında da İstanbul Havalimanı ile devam eden süreçte sayısız kez yaptılar, gar, mar, havalanı, Tusaş musaş, İstiklal Caddesi filan demediler, eylemleriyle ses getirmek için her tarafı kana buladılar ve güvenlik açısından Türkiye’nin itibarını yerle bir ettiler, biz her yerdeyiz, sizi istediğimiz an istediğimiz yerde vururuz, biz varken hiçbir yerde güvende değilsiniz, bizimle baş edemezsiniz mesajı verdiler…
Neticede, başta sağı solu belli olmayan, sürekli akıl tutulmasına uğrayan Bahçeli hazretleri ve MHP, ve keza AKP iktidarı halen uzaktan kumandalı ve ana hedefi laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak olan terör odaklarıyla işbirliği yapmanın imkansız olduğunu, bu terör örgütlerinin ana kumandasının başlıca olarak Amerika, Fransa ve İngiltere elinde olduğunu, bu terör örgütlerinin kendi içlerinde de, birbirinden fazla bağımsız olmasa da, birbiriyle rekabet içinde olan güç odakları olduğunu, bunların tek elden kontrol edilmesinin imkansız olduğunu, Türkiye iktidarı ile işbirliği yapma yoluna gitseler bile böyle bir girişimin terör odağı açısından tek amacının bir koyup iki almak olduğunu, tek çarenin tüm terör odaklarının topyekün ve sonradan peydahlanacakların da gözünü korkutacak şekilde acımasızca yok edilmesi olduğunu idrak edemediler…
Bugüne kadar edemedikleri için, bugünden sonra edebilecekleri de meçhul!
Muhalefete gelince, ne yazık ki, Bahçeli’nin hedef şaşırtmaktan başka bir amaç taşımayan teklifi üzerine, sanki çok menem bir siyasi hamle yapıyormuş gibi uzatılan oltaya balıklama dalıp, “el yükseltiyorum, hadi şunu da bunu da hapisten çıkaralım” diyen CHP başkanı ve kodamanları da bu kör dövüşüne dahildir!
Ha, CHP’nin başındaki zat şunu deseydi, gerçekten muhalefet yaptığını ve Türkiye üzerinde oynanan büyük oyunda olan bitenlerin farkında olduğunu düşünürdüm; “El yükseltiyorum, hadi oldu olacak Bahçeli hazretleri PKK’yı da MHP’nin ortağı yapsın, Apoş’u da MHP’nin PKK’dan sorumlu başkan yardımcı yapsın, böylece başkan yardımcıları silsilesi de tamam olsun!…”
İşte bu söylenseydi, muhalefetin muhalefet yaptığını anlardık, ama el yükseltme hamlesinde PKK’nın siyasi kanadının seçmenine “belki önümüzdeki süreçte fikir değiştirirler, bizim saflarımıza geçerler” gaylesiyle, şirin görünme gayretini ve gafletini gördük…
Netice itibarıyle, iktidarı ve muhalefeti popülist yaklaşımlarla kendine oy devşirme gayretine düşmüşken, her tarafına ve içine envai tür uzaktan kumandalı terör örgütleri doluşmuş, ekonomisi yerle bir olmuş, halkı enflasyondan ve ekonomik darboğazdan kırılan, içine en az 15 milyon, belki de çok daha fazla, ne idüğü belirsiz, kaçta kaçı terör örgütü üyesi olduğu bilinmeyen, ülkenin özkaynaklarını, ülkenin ve milletin kanını çatır çatır emen mülteci doluşmuş, silahlı mafya örgütleri patlama göstermiş, ülkenin ve milletin en büyük güvencesi TSK ise kumpaslarla yıpratılmış, demografik açıdan kırılgan, ekonomik ve siyasi açıdan kırılmış bir Türkiye, emperyalist hedefler için artık o kadar da zor bir hedef değildir…
Eskiden, çok değil, 15 yıl öncesine kadar milletin etnik kökeni sadece Türk ve Kürt olarak ikiye ayrılmıştı, şimdi ise Türk, Kürt, çoğunluğu Suriyeli Arap, Afgan, Pakistanlı olarak kamplara ayrılmış durumda…
Anadolu’daki Türklerin nüfusu ile Türk olmayıp da farklı etnisitelere sahip grupların toplamı nerdeyse eşitlenmiş durumda…
Bunun siyasete yansımaları ise aynen şöyle: Türk olmayıp da farklı etnisiteye sahip olup, Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olanların bir teki bile CHP, İyi Parti, TİP ve Zafer Partisi gibi muhalefet partilerine oy vermez…
MHP’ye de vermez!…Çünkü Bahçeli gittiği anda MHP’nin başına geçecek olanlar özlerine dönebilirler, karşı safta yer alabilirler, Türk bayrağına paçavra muamelesi yapanların gırtlağına çökebilirler…
Geriye kaldı AKP…Kürtler’in birinci seçeneği DEM Parti’dir, ancak ikinci seçenekleri kaçınılmaz olarak, gündüz güya kavga eder gibi göründükleri, ama her seferinde gece hırsızlığa beraber çıktıkları AKP’dir, başka da seçenekleri yoktur, olamaz da!
Çünkü ikisi, zıt kutuplarda görünseler bile, birbirini tamamlamak için kurulmuş siyasi oluşumlardır, nitekim yıllar yılıdır her seçim sonucunda da “tamamlama” operasyonları apaçık ortadadır.
Aksi takdirde, DEM ve öncesindekiler AKP’yi tamamlama yerine, muhalefetin başını, yani CHP’yi tamamlamayı seçmiş olsalardı, AKP çoktan iktidardan gitmiş olurdu!
Sayıları ne olursa olsun, diğer Arap, Afgan, Pakistanlı gibi etnisitelere sahip olanların da ilk ve son tercihi yine AKP’dir ve sayı olarak Türk ve Kürt etnik gruplarından az olsalar da, siyasi dengeler söz konusu olduğunda, neticede belirleyicidirler ve belirleyicilikleri kesinlikle AKP’den taraftır.
İşte bu yüzden laik Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkabilecek partilerin oy toplamı yüzde 51’e bir türlü ulaşamamaktadır, hatta yüzde 40’ı bile zar zor bulmaktadır, karşı tarafın ise bütün hatalarına rağmen oyu, toplamda hep yüzde 51’in üzerindedir…
Bütün bunlar tas gibi ortadayken, hem iktidar hem de muhalefet körle yatıp şaşı kalkmaktan usanmamışlar, bir türlü akıl koymamışlar, özellikle de iktidar, terör şeytanıyla muhabbet tellallığı yapmanın sadece ve sadece zarar getireceğini, yeri geldiğinde oklarını kendisine çevirdiğini ve çevirmeye devam edeceğini bir türlü kabullenmemiş, idrak edememiş, terörle zoraki bir işbirliğine defaeten girişmeyi marifet saymıştır ve neticede gelen terör darbeleriyle hep millet ve devlet kaybetmiştir…
Daha dün esir aldıkları askerlerimizi zincire vurup, çatır çatır yakıp, çektikleri filmleri dünyaya servis ederken Türkiye’ye meydan okuyan, laikliği yıkacağını avaz avaz bağıran, vahşette sınır tanımayan terörist bozuntuları bugün Suriye’nin bir kısmını “kurtarıcı” rolüyle ele geçirmiş durumdadırlar!
Ve buna göz yumuldu, ne muhalefet ne de iktidar bu gidişata dur demedi!
Neticede Suriye diye bir devlet artık yok, artık Suriye isimli üçe bölünmüş bir coğrafya var.
Manzaraya baktığınızda, bir tarafından İsrail çekiştiriyor, kendi güvenlik hatlarını genişletiyor, diğer taraflarında ise uzaktan kumandalı terör örgütleri kendi kafalarına göre bölgesel paylaşım yapıyor.
Halbuki görünüşte de facto olan bu durum, terör kuklalarını kullanan emperyalizm açısından sadece bir geçiş dönemini yansıtıyor, başka da bir şey değil…
Bölgeden Rusya’yı kovan Amerikan çıkarları, yüzlerce milyar dolarlık enerji rezervlerinin üzerinde kendi kurduğu terör örgütlerinin kendisinden bağımsız şekilde varlıklarını sürdürmelerine, her şeyden önce de, Türkiye ve İran gibi devletlerin bu terör örgütleri üzerinde otorite kurmalarına asla izin vermez…
HTŞ, PKK/PYD, ÖSO, Hizbullah, Hamas gibi çapulcular sürüsü Amerikan çıkarlarına hizmet ettikleri ve Amerika’nın, dolayısıyla da Amerika’nın küçük ortağı İsrail’in Ortadoğu coğrafyasında var olmasına bahane yarattıkları sürece var olacaklar, son kullanım tarihleri geldiğinde de ortadan kaldırılacaklar, yerlerine de başka piyonlar geçecektir…
Türkiye’nin çıkarına ise bunların tümünün birden ortadan kaldırılması, en azından Türkiye topraklarındaki ve sınırlarındaki varlıklarını sıfırlamak gelir…
Şu anda paramparça olmuş, tamamen sahipsiz kalmış, yağma Hasan’ın böreğine dönüşmüş bir Suriye coğrafyasında Türkiye açısından yapılacak ilk iş, Hatay’dan Kuzey Irak’a kadar en az 50, tercihen de 100 kilometre derinliğinde bir güvenlik hattı oluşturmak, bu konuda gerekirse İsrail ile doğrudan işbirliği yapmak, Suriye’ye doluşmuş olan terör örgütlerini de böylece iki ateş arasına almaktır.
Hani hep diyorlar ya, Amerika’nın hedefi İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir Kürt devleti kurmaktır, bu bir palavradan ibarettir…
İsrail gibi bir devletin kendini korumak için Kürtlere filan ihtiyacı yoktur, nitekim de İsrail bunu defaeten ispatlamıştır, Arapların kendisine karşı her saldırısından sonra karşı saldırıya girişip, Arapların burnunu fena halde sürtmüştür…
Ayrıca, unutulmasın ki AKP iktidarı tribünlere oynayacak diye İsrail’i kapı dışarı edene kadar İsrail askeri Türkiye’den çatır çatır PKK’yı vuruyordu ve sağlam da vuruyordu…
Şunu da bir kez daha net şekilde vurgulayalım ki detay eksik kalmasın; PKK ve Ortadoğu’daki diğer Kürt ve fanatik şeriatçı terör örgütleri yaratıp, emperyalist amaçları uğruna kullanma politikası ABD’nin Yahudi lobisinin değil, Rum-Yunan-Ermeni lobisinin eseridir, at gözlüklerini çıkarıp da manzaraya bakarsanız, bu üçlünün 40 yıldan fazladır PKK’nın aleni destekçileri olduğunu görürsünüz, ama İsrail’in değil!
RYE lobisi izledikleri terörü devşirme ve destekleme yöntemleriyle hem rakipleri Yahudi lobisinin desteğindeki İsrail’i zora sokuyorlar, hem de ezeli ve ebedi rakipleri Türkiye’yi zora sokuyorlar.
Rusya’yı zora sokmak ise ABD açısından lobi politikası değil, devlet politikasıdır, yine de Rusya Yahudi lobisine pek bulaşmıyor.
Ancak Doğu Akdeniz coğrafyasında her iki lobi de zaman zaman çatışıyorlar, kozlarını doğrudan paylaşıyorlar, hem de fena paylaşıyorlar…
Unutulmasın ki, molla rejimi iktidara geldiğinden beri Türkiye’nin de aleni düşmanı olan İran desteğindeki Ermeniler Azerileri kıtır kıtır doğrarken ve Azeriler Karabağ’ı kurtarma savaşı verirken yanlarında kapı gibi duran İsrail’di, Türkiye sonra geliyordu…
İsrail Azerbaycan’ın savaşta ihtiyacı olan her türlü desteğin yüzde 70ini sağladı, karşılığında da Azerbaycan son yıllarda İsrail’in sadık destekçisi oldu, Filistin çatışmasında kapı gibi İsrail’in yanında durdu, özellikle İsrail’in petrol ihtiyacını fazlasıyla karşıladı…
İsrail’in başına Hamas’ı ve Hizbullah’ı bela eden İran’ın Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopteri Azerbaycan’dan bir ziyaretten dönerken tam da İsrail’in meşhur makineli tabancası Uzi’nin adını taşıyan tepeye düştü, Reisi ve yanındakiler cayır cayır yandılar, tabi ki bu tesadüfi bir kazaydı!!!…
İsrail’in başına bela olan, kendilerini dokunulmaz sanan, hatta kendini başlarına getirildikleri terör örgütlerinin erişilmez, dokunulmaz kralları sanan Hamas ve Hizbullah liderlerinden ve destekçilerinden de kimse sağ kalmadı, İsrail hepsini temizledi, üstelik de İran’ın başkentinde bile vurdu, en nihayetinde de İran kuyruğunu kıstırıp, sesini kesti, aksi takdirde kendi kalbinde vurulmaya devam edecekti ve molla rejimi darbe üstüne darbe alacaktı…
Şimdi ne mi olacak!
Hala anlamadıysanız, söyleyim: Suriye’de iki gün içinde havadan, karadan ve denizden yaptığı saldırılarla Suriye’nin tüm savaş altyapısını yok eden, arada bir HTŞ’yi de tokatlayan İsrail eninde sonunda RYE icadı olan tüm terör örgütlerini çevresinden temizleyecek, sınırlarını Türkiye ile komşu yapacak, hatta ve hatta, Azerbaycan ile de buluşacak kadar ileri gidecek, ki bu bir zorunluluk, İsrail için hayatta kalma, ölüm kalım zorunluluğu…
Sanıyor musunuz ki Hamas’ı ve Hizbullah’ı bir güzel döven, ezip eleyen, bu arada masumların katledilmemesi için hiçbir gayret göstermeyen bir İsrail yanıbaşında Hamas ve Hizbullah’tan bile çok daha kötü, vahşi olabilen HTŞ gibi Işid, El Kaide, El Nusra artıklarının yerleşip köklenmesine göz yumacak, başına yeni bir bela açılmasına fırsat verecek!
Yok öyle bir dünya!
İsrail ordusuna veya İsrailli sivillere karşı Hamas çapulcularının 7 Ekim’de yarattığı bahanenin değil aynısını, en hafifletilmiş şeklini bile yaratsalar, HTŞ kısa süre içinde ortadan kaldırılır…
Kaldı ki, HTŞ bu bahaneyi yaratmasa bile, birileri yarattığı izlenimi uyandıracak bir eyleme girişirse, İsrail ordusu Şam’da bunları ezer geçer, Gazze’de yaptığının beterini yapar, Türkiye sınırına kadar kovalar…
Bu süreçte Türkiye’deki iktidar kafasını kullanırsa, duruma ayak uydurur, iki arada bir derede kalmaz, bölgede Türkiye-Azerbaycan-İsrail ortaklığının hem ekonomik, hem de askeri açıdan kurulmasına ön ayak olur, bir güvenlik üçgeni oluşturulur, Suriye sadece bir coğrafi isim olarak kalır, ki zaten artık ortada ne devleti, ne de hükümeti kaldı…Başına on milyon dolar ödül konmuş, Amerikan icadı kukla lideriyle resmen terör örgütü olarak tanınan HTŞ’nin kuracağı hükümeti de zaten kimse tanımayacak…
Eğer bölgede Türkiye-İsrail-Azerbaycan üçlüsü gerçekten bir güç ortaklığı yaparsa, bölgede sırtları yere gelmez bir güç olurlar, Ortadoğu’daki emperyalizm çıkarlarını temsil eden terör örgütleri hikayesi de sona erer, herkes kurtulur, herkes kazanır, bölge durulur, İsrail ve Azerbaycan da NATO’ya girer, böylece Rusya sadece Ortadoğu’dan kovulmakla kalmaz, adım adım da kuşatılmış olur, Türkiye de kendisine iki sağlam müttefik bulur, dahası Amerikan senatosunda Rum-Yunan-Ermeni lobisinin karşısında kendisine sağlam bir de yer bulur…
Bütün bunları gerçekleştirmek için istenirse, 3 aylık bir süre yeter de artar bile, yeter ki irade ve niyet olsun.
İran’a gelince, o da elbette sıraya girecektir, mollalar öyle ortalığı karıştırıp da ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi köşelerine çekilip, tekrar ortalığı dağıtmak için fırsat kollayamayacaklar, bu vakitten sonra Demokles’in kılıcı kafalarının üzerinde dönüp duracaktır, rahatları kaçacaktır, hem de fena kaçacaktır…
Adını henüz koymadılar ama, Kıbrıs’ın NATO üyeliği de çoktan kapalı kapılar arkasında halledilmiştir bile…
O yüzden artık Kıbrıs sorununun da kılıfına uydurularak halledilmesi zamanı geldi, 8 saatte Camp David’de Balkan sorunu çözüldü, üç günde Suriye meselesi çözüldü, sittin senedir maskaralığın daniskasına dönen Kıbrıs sorununun da beş dakikada çözülmemesi için bir neden var mı!
Kendini dev aynasında kral olarak görüp de dünyanın Girne Kapısı’nda döndüğünü zanneden kral müsveddeleri eğer Kıbrıs sorununun çözülmemesi için bir neden var derse, tavsiyem şudur; başınızı döndürüp, aynadan arkanıza bakın, göreceksiniz ki poponuz fena halde ortada, yani kral olarak çıplak değil, çırılçıplaksınız…
Ortadoğu coğrafyasında poposu çıplak olan hiçbir yalancı ve donsuz kral sonsuza kadar hem yalancı hem de donsuz kral olarak kalamadı, kalamaz da… Ya çıplak kral olarak kelleniz gider, ya da yalancı ve donsuz kral olarak kalırsınız ama kendi kıçınıza don biçemezseniz, keyiflerine göre biçtikleri donu size giydirirler, giydirirken de kafanızdan aşağıya doğru giydirirler, tıpkı Suriye’ye giydirdikleri gibi, bu kadar basit…
Kıbrıs Türk toplumu denen bir avuçluk toplumu da saniyesinde ortadan silip süpürmek, yoketmek hiçtendir, yok oluşumuz kimsenin de umurunda bile olmaz, ertesi güne kalmadan adımız bile unutulur!
50 bin Filistinli, ki en az 15 bini çocuktur, yok oldu da birinin umurunda mı oldu!
Vahşi emperyalizm fanatik şeriatçı katilleri emelleri uğruna kullandığı sürece masumlar katledilmeye devam edecek, laftan öteye hiçbir icraat da olmayacak…
Eğer aynısı halen Kıbrıs’ta başımıza gelmediyse, biz çıplak ve yalancı krallık tasladığımız için değil, 74’den beri TSK’nın halen caydırıcı olduğu kabul edilen gücü ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki son kalesinden kolay kolay vazgeçmeyeceği korkusu sayesindedir.
Ve netice; Ortada artık Gazze ve Suriye kalmadığına göre, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz yataklarının ortaklığından iki ortak eksildi demektir, geriye kaldı İsrail, Kıbrıs ve Mısır…
E, yani trilyon dolarlık bir ranttan iki ortak eksilince, geriye kalan ortakların payları epeyce artacak, değil mi!
Hade, afiyet olsun, ve körle yatmaya devam…!
Ama çıplak ve yalancı krallığa devam mı, orasını bilemem!…Bilirim de, bilemem!