Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliği ta 1960’lardan beri istenen bir şeydi.
Ancak Amerika iki sebepten dolayı yeterince baskıcı olmadı ve işin resmiyet tarafını daha ileriki bir tarihe bıraktı.
Garanti Antlaşmasına göre zaten Kıbrıs’ta üç NATO üyesinin askeri güçleri bulunacaktı; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere…
Her üçü de şu anda Kıbrıs’ta varlıklarını sürdürüyorlar, Rumların Fransa ve Amerika ile yaptığı askeri anlaşmalar çerçevesinde artık Kıbrıs’ta NATO üyesi olarak ABD ve Fransa da var.
ABD, İngiltere ve Fransa aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin de daimi üyeleri!
Geriye kaldı Rusya ve Çin!
Eh, Rum tarafının ilişkileri onlarla da çok çok iyi, her ne kadar Rusya ile son zamanlarda biraz limoni olmuş olsalar da…
ABD ordusu Rum tarafına kendi ordusunun depolarının kapılarını da sonuna kadar açtı, neye ihtiyacınız varsa alın dedi, alıyorlar da!
Ayrıca, Amerika şu anda Rum tarafında özellikle devasa askeri helikopterlerin kullanabileceği bir de havaalanı inşa ediyor…
İsrail ile de askeri açıdan anlaşmalar yapıp, çok yakın ilişkiler içine girdiler, hatta Mısır da bu yakınlaşmaya dahil oldu!
Yani, lafın kısası, şu anda Rum tarafının askeri yapılanması yeni baştan Amerikan modeline göre dizayn ediliyor.
Amerika’nın Kıbrıs’ta savaş uçakları için bir havaalanı inşa etmesine gerek yok, çünkü o işi İngiliz üsleri Amerikalıların yerine hallediyor, gerektiğinde o üslerdeki yüksek güvenlikli korumaya sahip havaalanları ortak olarak kullanılabilir, ve hatta, Rumların havaalanları da Amerikan askeri uçaklarının kullanımına sonuna kadar açık…
E, Kuzey’de de NATO’nun en büyük beş ordusundan biri olan TSK var, iş artık tamamdır, Kıbrıs sadece kağıt üzerinde NATO üyesi değildir.
Kağıt üzerinde NATO üyesi olması için de acilen Kıbrıs sorununun çözümü lazımdır, o da KKTC’de Ekim’de yapılacak CB seçiminden sonra hızlıca devreye sokulup, halledilecek.
Rum tarafının sırtını dayadığı BM, AB ve NATO’dan birkaç isteği var, bir tanesi ve belki de en önemlisi TSK’nın Kıbrıs’tan gitmesidir!
E, herifler Güvenlik Konseyi’nin üç üyesini yanlarına çektiler, BM’de zaten arkaları var, AB de arkalarında, Amerikan Senatosu’nun hem Yahudi lobisi hem de Rum-Yunan-Ermeni lobisi arkalarında, daha ne istesinler!
Peki, Türk tarafı, özellikle de AKP iktidarı tüm bu süreçler işlerken ne halt etti?
Uyudu, resmen uyudu, ve seyretti…
Kıbrıs adım adım kuşatılırken ve Türkiye’nin direnmeye gücünün yetmeyeceği odaklar Kıbrıs’a yerleşirken, Kıbrıs’ta Kıbrıs Türkü’nün Türkiye’ye olan sadakati de AKP iktidarı sırasında çok büyük erozyona uğramıştır.
Atatürk’e ve Cumhuriyet değerlerine tartışmasız bir sadakatle bağlı olan Kıbrıs Türkü, zaman zaman Türkiye’de gelen giden iktidarlarla ters düşse de, hiçbir zaman Türkiye ve Atatürk sadakatinden ödün vermemiştir.
Lakin, bugün geline noktada, Kıbrıs Türkü olası bir anlaşmayı, zararına olsa da, sırf AKP’nin elinden kurtulmak için onaylama taraftarıdır.
Yani, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda bir anlaşmaya varılsa, bu anlaşma referanduma götürülse, anlaşmanın içeriği Kıbrıs Türkü’nün ve Türkiye’nin aleyhine olsa bile, sırf AKP’nin elinden kurtulmak ve AB hukuğu altına girebilmek için çoğunluk bu anlaşmaya evet diyecektir.
Bu iddiayı, sadece bir köşe yazarı olarak değil, KKTC’nin her tarafından, her türlü siyasi görüşe sahip, farklı farklı insanlarla irtibatta olan bir vatandaş olarak ortaya koyuyorum.
Dikkat edilirse, KKTC’de ne iktidar ne de muhalefet tarafı Rum tarafının tek taraflı güvenlik ihlalleri ve yaptığı uluslar arası siyasi hamleler konusunda tek kelime etmemektedir.
Toplumda da, ne siyasi partilerde ne de sivil toplum örgütlerinde Türkiye ile birlik beraberlik lehine tek kelime edilmemektedir, siyaseten edilen birkaç cümle de laf olsun torba dolsun, dostlar alışverişte görsün modundadır.
6 Şubat felaketinde tarifsiz bir ahlaksızlıklar, sahtekarlıklar, vicdansızlıklar silsilesi yüzünden kaybettiğimiz çocuklarımız, öğretmenlerimiz ve aileleri için adalet arayışıyla sürdürülen İsias davasında da Adıyaman’daki mahkemenin göstermelik bir yargı sürecinin sonucunda gerekçesiz bir karar açıklaması, kendi talep ettiği bilimsel raporlarda açıklanan, katliamın göz göre göre nasıl geldiğini gözler önüne seren gerekçe ve gerçekleri göz ardı etmesi ve en sonunda da göz göre göre adaleti katletmesi ve katiller sürüsünün bir kısmını aklaması, bir kısmına da ödül gibi cezalar vermesi de Kıbrıs Türkü arasında tarifsiz bir hoşnutsuzluk yaratmıştır.
Kimbilir, belki de istenen sonuç da buydu!
Bütün bunlar ortada dururken, AKP iktidarı ve temsil ettiği sistem yaptığı her icraatta yaptığı her hatayla hem kendi ayağına sıkmaktadır, hem de Türkiye’nin ve KKTC’nin ayağına sıkmaktadır.
Gelelim Ekim’de yapılacak kritik Cumhurbaşkanlığı seçimine!
Ekim’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde de eğer AKP iktidarı bir taraf belirlerse ve o tarafa desteğini açık ederse, çok büyük ihtimalle o taraf seçimi kaybedecektir!
Görünen o ki, önümüzdeki seçimde CTP’nin adayı Tufan Erhürman ve şimdiki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar yarışacaklar!
AKP iktidarı her ikisine de mavi boncuk dağıtıyor, hangisi seçimi kazanırsa kazansın, günün sonunda kazanana “bizim sayemizde kazandın, ona göre ha!” diyecek!
Temel bir taktik izlenecek, eğer AKP iktidarı Tufan Erhürman’a seçimi kazandırmak isterse, Ersin Tatar’a desteğini açık edecek!
Yok eğer Ersin Tatar’ın kazanmasını isterse, Tufan Erhürman’a desteğini açık edecek ve hafızalardan silinmeyen ÖRP rezaleti sürecindeki CTP-AKP ilişkileri toplum tarafından yeniden sorgulanacak, bu sorgulamada, ÖRP sürecinin devamı olarak algılanacak olan Tufan Erhürman ciddi oy kaybına uğrayıp, kaybedecek…
Tufan Erhürman kazanırsa ve onun zamanında bir çözüme gidilirse, bu çözüm Kıbrıs Türkü ve Türkiye’nin aleyhine olmasına rağmen Kıbrıs Türkünün çoğunluğu tarafından kabul görürse ve onaylanırsa, o zaman da AKP iktidarı iç tribünlere oynama malzemesi elde edecek ve “Nankör Kıbrıs Türkü bizi sattı” diyecek!
Yok eğer Erhürman’ın başkanlığında aleyhte veya lehte bir çözüm sürecine girilirse ve AKP iktidarı bu süreçte yine bol hamasetli bir iç tribünlere oynama malzemesine ihtiyaç duyarsa, o zaman da “Kıbrıs’ı satıyorlardı da biz engelledik, Kıbrıs’ı da Kıbrıs Türkünü da sattırmayız, çıkarlarına halel getirmeyiz” diyecek ve hamasetle oy devşirme yoluna gidecek, yani bildik taktikler devam edecek!
Toplum ve siyaset mühendisliği işte böyle bir şeydir, bu iki tür mühendisliğin işi gücü siyaseten rant uğruna entrika ve bahane üretmektir…
Ne olursa olsun, ortada tek bir gerçek vardır, o da Ortadoğu coğrafyasının jet hızıyla yeniden şekillendirilmesi, Türk ulusu olarak çevremizdeki kıskacın giderek daralması ve bu büyük projenin mimarlarının bu süreçte kimsenin gözünün yaşına bakmamasıdır…
Bu süreçte, AKP iktidarının aklı fikri entrikalarla siyasi ömrünü uzatmaktayken, özellikle Rum-Yunan ikilisi, Fransa ve Almanya’nın açık destek verdiği PKK’nın yanı sıra, Türkiye’nin dört bir tarafını tümü de Amerikan emperyalizminin icadı olan “kullanışlı” cihatçı terör örgütleri sardı ve hem ülke sınırlarında hem de yurtiçinde örgütlendiler, Türkiye ve keza KKTC için çok büyük, hatta Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir tehdit oluşturdular…
AKP iktidarı süresince özellikle teröre karşı en büyük mücadeleyi veren TSK’ya karşı kurulan komplolar ve TSK’nın yıpratılması, PKK haricinde son 20 yılda birbiri ardına üreyen FETÖ ve cihatçı terör örgütü türevleri, bunların hem Türkiye içinde hem de Türkiye’nin hemen yanıbaşında yedikleri haltlar, toplum içinde sokaklarda ve sözde yüksek güvenlikle korunan havaalanları, TUSAŞ gibi stratejik merkezlerde gerçekleştirdikleri dehşetli terör eylemleri, aslında AKP iktidarının güvenlik açısından ne kadar aciz ve beceriksiz olduğunun bir göstergesiydi.
Elbette, bu terör örgütlerinin finansı için de paraya ihtiyaç vardır, bunun için de en önemli kaynak uyuşturucudur, uyuşturucunun dağıtımı için de sadece terör gruplarına değil, onlara bağlı, onlara hizmet eden çok güçlü ve etkili suç çetelerine ihtiyaç vardır!
Türkiye de doğu-batı eksenindeki uyuşturucu ticaretinin tam ortasındadır, ve doğal olarak da sadece terörün değil, teröre bağlı suç unsurlarının da tam odağındadır.
Türkiye ve Yunanistan bile (İtalya, Fransa, Polonya, Almanya, Ukrayna ve İspanya da dahil) resmi raporlarda en büyük kar getiren uyuşturucu türü olan kokainin transit geçiş ülkesi olarak gösterilirken, ilginç bir şekilde hiçbir Ortadoğu ülkesi dikkate değer bir kokain geçiş noktası olarak gösterilmemiştir, ama tüketici konumundadırlar.
Son üç yılda beş Türk bandıralı gemide ele geçirilen on milyar dolarlık kokain, KKTC gibi küçük bir coğrafyada sokak serserilerinin elinde ele geçirilen ve değeri milyonlarca dolar olan kilolarca kokain, uyuşturucu sektörünün bölgemizi nasıl sardığının en açık göstergesidir.
Durum buyken, Türkiye’nin ekonomik durumu da perişan haldedir, üstüne üstlük, son 15 yılda Türkiye’nin içine doldurulan ve sayıları rahatlıkla 15 milyonu bulan mülteci güruhu da ülkenin hem kanını emmektedir, hem devletin eğitim, sağlık, ulaşım, diğer temel altyapılar konusundaki işleyişine feci bir yük bindirmektedir, hem de Türkiye’ye ve Türk ulusuna karşı hiçbir aidiyet duyguları olmadığı için sosyo-kültürel anlamda da bir kaosa sebep olmaktadır, ve dahası, içlerinde barındırdıkları sayısız suç çeteleriyle ve terör odaklarıyla emperyalistlerin hedef coğrafya ve toplumda uygulamaya soktuğu toplum mühendisliği senaryosundaki piyon görevlerini yerine getirmektedirler.
İç güvenlikten sorumlu polis ve jandarmanın hergün ama hergün haberlere düşen operasyonlarında yakaladığı bu kötülük odakları anlaşılan o ki buzdağının sadece görünen ucudur…
Yine durum buyken diyeceğim, Kıbrıs gibi jeopolitik açıdan Türkiye’nin en önemli dayanaklarından biri olan bir noktada, son birkaç yılda jet hızıyla bir değişim yaşanmış, Trump’ın seçimi kazandığının anlaşılmasından sonraki son birkaç hafta içinde de gidilecek köyün minareleri belirmiştir.
Trump bugün uluorta Gazze artık Amerika’nındır diyor!
Ürdün kralını Washington’a çağırıp, fırçalıyor, şu Filistinlilerin bir kısmını ülkene alıp bir yere sokacaksın diyor!
Aynı şeyi Mısır için de yapıyor, Filistinlileri Ürdün ve Mısır arasında paylaşacaksınız, Gazze’ye biz çökeceğiz diyor!
Dikkat edin, bu uygulamada şeytan yine ayrıntıda gizlidir!
Suriye’nin nüfusunun büyük bir kısmı Türkiye içine doldurulmuştur, Türkiye’ye giderek yerini yurdunu boşaltan milyonlarca Suriyeli’nin yerine pekala da Filistinliler yerleştirilebilir, ama bunu yapmıyorlar, bunu hedeflemiyorlar!
Nedeni de çok basittir, önümüzdeki birkaç yıl içinde Suriye’nin doğusunda bir Kürt devleti oluşturulacak ve kuzey Irak ile birleştirilecek, batısı da tamamen İsrail kontrolüne geçecek, İsrail’in gelecekteki toprak ve ekonomik ihtiyacını karşılayacak, bugün Şam’da oturan HTŞ çapulcularının ve çakma cumhurbaşkanları Colani’nin de sonu gelecek, Hamas liderleri ve Esad’ın başına gelenlerden beter olacak.
AKP iktidarı BOP’un ortaklığına ve aşbaşkanlığına soyunarak, nasıl bir belaya bulaştığının farkında değildi, çünkü tarihi okumayı bilmiyordu, şu anda ise artık iyice tükenen, başlangıçtaki gücünün bile altına düşen siyasi ömrünü uzatmak için ter ter tepinirken yeni bir uluslar arası emperyalist komplo ile karşı karşıyadır ve karşı duracak gücü yoktur, çünkü Türkiye’nin maddi ve manevi kaynakları artık tükenmiştir!
Öyle ki, ne yazık ki, ne ekonomik açıdan, ne savunma açısından, ne de siyasi açıdan bu komploya karşı güçlü ve etkili bir direnç gösterecek, karşı koyacak güce de sahip değildir…
Suriye, gerek Akdeniz’e açılan sahili, gerekse enerji kaynakları açısından İsrail için çok değerlidir ve bu kaynakların kötülükte, vahşette sınır tanımayan bir avuç cihatçı çapulcuya bırakılması düşünülemez bile!
Aynı şekilde, bunca zahmetten sonra Suriye’nin Türkiye’nin, yani AKP’nin kontrolüne geçmesine de izin verilemez, nihayette Türkiye de bölünmesi hedeflenen bir ülke konumundadır…
Şu anda toprağı henüz bölünmemiştir ama AKP-MHP ikilisinin beceriksizliği ve vizyonsuzluğu sayesinde toplum olarak bölünmüştür, eskiden sadece Türk ve Kürt toplumları varken, şimdi Türkiye’nin içine Arap, Afgan gibi etnik ve kültürel yapısı hiçbir şekilde ne Türk, ne de Kürt etnik kimliğiyle uyuşmayan, aidiyetsiz bir nüfus da doldurulmuştur.
Kısacası, toplum mühendisliği sürecinde son yirmi yılda toplumun etnik yapısı iyice parçalanmıştır, önümüzdeki on yıl içinde ise ithal etnik odakların belli bölgelere yığılması ve mantar gibi üremeleri sonucunda ortaya çıkacak manzara Türkiye’nin hem toprak bütünlüğünü hem de yönetimsel yapısını ciddi tehdit altına alacaktır.
AKP iktidarı bir taraftan Türkiye’yi kaybederken diğer taraftan da Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkinliğini artık tamamen kaybetmiştir, aksi takdirde Kıbrıs’ın güneyindeki askeri yığılmaya izin vermezdi!
Günün sonunda, her halükarda biz ulus kaybediyoruz ve önümüzdeki süreçte kaderimiz, AKP’nin kaderi de dahil olmak üzere, Amerikan derin devletinin temsilcisi konumundaki Trump’ın iki dudağı arasındadır…
Ayrıntıda gizli olan şeytanları bazı satır aralarında okumak lazımdır!
AKP-MHP ikilisi sırf gündemi değiştirsinler ve beceriksizliklerini, sebep oldukları kötülükleri örtbas etsinler diye habure yapay ve sansasyonel gündem yaratırken, Bahçeli’nin Abdullah Öcalan denen emperyalist uşağı terörist müsveddesini Meclis’e çağırması ile girilen sürecin sonunda Abdullah Öcalan’ın DEM partiden milletvekili olan yeğeni Ömer Öcalan’ın yaptığı açıklama ve içerdiği mesaj gözlerden kaçtı…
Ömer Öcalan yeğeni ile yaptığı görüşmenin ayrıntılarına ilişkin bir açıklama yaptı ve Abdullah Öcalan’ın mesajından bir cümleyi dile getirdi, Abdullah Öcalan demiş ki; “Bu mesele çözülürse yaşam kapısı herkese açılır, bu mesele çözülmezse Türkiye Anadolu’ya çekilir ve cehennemini yaşar. Ortadoğu’da yeni bir sistem kurabilecek olanlar Kürtlerdir ve kendileriyle birlikte diğer halkları kaldırabilirler.”
Ömür boyu hapse mahkum olmasına rağmen sırf gündem saptırmak uğruna bu katil müsveddesinin yardımına ihtiyaç duyacak kadar ayağa düşen AKP-MHP ikilisi, Türkiye’ye karşı apaçık bir tehdit içeren laflar sarf eden ve TBMM’deki yeğeni aracılığıyla bu tehdidini tüm dünyaya duyuran bu terörist müsveddesine ve sözcülerine karşı tek kelime bile etmedi!
Hapisteki terörist müsveddesi Türkiye’yi tehdit edecek cesareti nerden ve kimden buluyor dersiniz!
Bağlantısız görünse bile, aynı coğrafyada, aynı kökenden gelen sorunların müsebbibi iki şahsın dile getirdiği şu iki tehdide bir bakın;
Trump diyor ki Gazze’ye biz el koyacağız, Hamas rehineleri Cumartesi’ye kadar serbest bırakmazsa savaş yeniden başlayacak ve yok edilecek!
Hapisteki deliğinden mesaj gönderen Amerikan emperyalizmi uşağı diyor ki ya Türkiye bu meseleyi çözer ya da cehennemini yaşar!
Apoş’un “bu mesele” dediği mesele PKK’nın taleplerini yerine getirmektir, başka da bir şey değil, o da Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunun PKK yönetimine bırakılmasıdır!
Aslında Türkiye’de bir Kürt sorunu yoktur, Kürtler her türlü yasal hakka sahip olarak bir elleri yağda bir elleri balda yaşamaktadırlar ve Türkiye ekonomisine ne üretim, ne de vergi açısından dikkate değer bir katkı koymadıkları gibi, Türkiye’nin gelirinin büyük bir kısmını da tüketmektedirler, durum buyken Kürt sorunundan bahsedilemez, ama gerek yerel olarak, gerekse uluslar arası arenada “Kürtçülük söyleminden beslenen bir terör ve siyaset rantından ve sektöründen” rahatlıkla bahsedilebilir…
Peki, Trump yarın çıkar da “Ya şu Kıbrıs sorununu derhal istediğimiz gibi çözersiniz, ya da sonunuz Rahip Brunson meselesindeki gibi olur!” derse, ne olur!
Hadi geçmiş ola!