1. Haberler
  2. Dünya
  3. “Çanakkale Geçilmez”den “BOP’a”, BOP’tan da “sayın apo”ya uzanan süreç!

“Çanakkale Geçilmez”den “BOP’a”, BOP’tan da “sayın apo”ya uzanan süreç!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsanlık tarihinde sayısız savaş vardır ama bunlardan iki tanesi özellikle önemlidir.

Birincisi Çanakkale Savaşı’dır; zamanın bilinen,  bugün bile dünyaya hükmeden en güçlü emperyalist devletlerinin ordularının tümünün birden çaresizlik ve yokluklar içinde, ama sarsılmaz bir yürek ve inançla vatanı ve milleti için savaşan Türk askerleri tarafından yenilgiye uğratıldığı savaştır, ki bu savaşın en önemli komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk idi…

İkincisi, Türk Kurtuluş Savaşı’dır; yine zamanın bilinen ve bugün bile dünyaya hükmeden en güçlü emperyalist devletlerinin ordularının tümünün birden çaresizlik ve yokluklar içinde, ama sarsılmaz bir yürek ve inançla vatanı ve milleti için savaşan Türk askerleri tarafından yenilgiye uğratıldığı savaştır, ki bu savaşın da Başkomutanı, ebedi ve ezeli Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk idi…

Bu savaşların sonunda, İngilizlerin meşhur Başbakanı Churchill, tarihe geçen lafını söyleyerek emperyalizmin Türkiye üzerindeki hedeflerine son noktayı koymuştu: “Türkiye Türklerindir!”

Bu arada, Türk askeri Anadolu’nun doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde, her cephesinde vatan toprağı ve milleti için çarpışırken, başta İngiltere olmak üzere, Fransa, Yunanistan ve Amerikan ayartması tam 29 tane Kürt isyanı baş göstermiştir ve bu isyanlar 1921’den 1936’ya kadar kesintisiz şekilde devam etmiştir.

Emperyalistler Türk ordusunun ve Türk milletinin karşısında uğradıkları tarihi hezimetleri hazmedememişler, “Kürtlerin içinden kullanışlı piyonlar” olan bazı ele başlarını ayartarak, din tüccarlığı ve etnik düşmanlık ayaklarıyla Türk milletinin ve devletinin üzerine sürmüşlerdir.

İkinci dünya savaşının başlamasıyla Almanların karşısında kendi can dertlerinin derdine düşen İngiltere, Fransa gibi Ortadoğu coğrafyasının başrol oyuncularının Türkiye ve Ortadoğu’daki emperyalist hedefleri sekteye uğramış, savaşın ardından gelen ekonomik yıkım, Kore Savaşı, Rusya tehdidi ve Soğuk Savaş döneminin başlaması, ardından da Vietnam savaşının patlak vermesi neticesinde Türkiye üzerindeki Sevr hedefleri kısmen geciktirilmiş, ancak hiçbir zaman rafa kaldırılmamıştır.

Neticede, 1918’de yayınlanan Wilson Prensipleri ve arkasından gelen Sevr çerçevesinde Ortadoğu ve Türkiye’de kurulması hedeflenen uydu, piyon devletçiklerin yaratılması için Amerika, özellikle 1950lerden sonra, başı Kore ve Vietnam’da dertte olmasına rağmen, hiç durmadan Türkiye’yi parçalamaya, bölmeye uğraşmıştır.

1950lerin başında Adnan Menderes iktidarıyla birlikte, Türkiye din tüccarlığı ve siyasal İslam tezgahlarıyla bir kez daha tanışmış, Soğuk Savaş döneminin de aynı zamanda başlamasıyla sözde komünizm karşıtlığı altında CIA tarafından kurdurulan ve en bilinen üyeleri arasında Fethullah Gülen, Recai Kutan, Cemal Gürsel, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Celal Bayar, Fethi Tevetoğlu ve Abdullah Öcalan adıyla bilinen Artin Agopyan olan Komünizmle Mücadele Derneği ile çıta biraz daha yükseltilmiş, bu şahısların bazıları siyasette yer bularak devletin başına geçerken bazıları da devlete karşı kurdurulan taşeron siyasal İslamcı ve sözde etnik milliyetçilik taslayan Fetö ve PKK gibi terör örgütlerinde elebaşı görevini üstlenmiş,  o zamandan beri de Türkiye ülkede kanser gibi yayılan bu kötülüklerden ve entrika odaklarından kurtulamamıştır.

Yine 1950lerin başında, Adnan Menderes hükümeti döneminde kapatılan köy enstitüleri ve ihtiyaç fazlası açılan,  din tüccarlığı için bir basamak olarak görülen imam hatip okulları ve 1950lerden sonra yeniden yeşertilmeye başlayan tarikat ve cemaatlar ile etkisi yıllar sonra ortaya çıkacak olan cehalet ve sefalet döneminin ilk kıvılcımları da parlatılmış oldu.

20.yüzyılın başlarında Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da süregelen İngiliz ve Fransız casuslar savaşının ürünü olan Müslüman Kardeşler sürüsü, ki sonraları Hamas adını alacaktı, İkinci Dünya Savaşı ile Alman kontrolüne geçmiş, savaş sonrasında ise, emperyalist kuklası olarak ne kadar kullanışlı olduklarını ispatlamalarının neticesi itibarıyla, Amerikan güdümüne girmişler, bir taraftan Amerika düşmanlığı yaparken diğer taraftan kapı arkasında kusursuz şekilde başta Amerika olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi süper güçlerin emperyalist emellerine hizmet etmişlerdir, hala da etmektedirler.

Çok değil, daha birkaç hafta önce, 26 Şubat 2025 tarihinde Amerikan senatosunda sorgulanan  MEF Executive Director Gregg Roman tarafından USAID yardımlarının başta Hizbullah ve yan kuruluşları, Hamas, El Kaide, El Nusra, HTŞ, Taliban gibi doğrudan Amerikan icadı olan, sapıklıkta ve vahşette sınır tanımayan cihatçı katilleri desteklemek için nasıl kullanıldığını ballandıra ballandıra anlattı…

Bizim cihatçı terör örgütlerini finanse etmekten sorumlu mister Gregg bir tek fetoşlar tayfasına değinmedi, her nedense, son kullanım tarihlerinin gelmiş olduğundan olsa gerek…Ancak, adını verdiği cihatçı terör örgütlerinin, ki hepsi de laiklik, Cumhuriyet, Türk milleti ve Atatürk düşmanıdır, tümünün de yolu Türkiye ile kesişti…

Bunların arasında İsrail ile yolları kesişenler oldu, yollarının kesiştiği yerde ise bir tek şeye hizmet ettiler, yedikleri haltlar ile İsrail’e sınırlarını genişletme fırsatını vermek…

İsrail bu çapulcu sürülerini hiçbir zaman desteklemedi ama zıvanadan çıktıklarında veya çıkarıldıklarında kendisine istediği bahaneleri yarattıkları için de İsrail karşıtı lobi tarafından desteklenmelerine de sesini çıkarmadı.

Neticede, başta Amerika, Fransa, İngiltere,  Almanya, Yunanistan ve İran olmak üzere, dünyanın “işbirlikçi” emperyalistleri doğu Akdeniz coğrafyasında cihatçı vahşi katil sürülerini önce yarattılar, sonra da bu vahşi katilleri ortadan kaldırmak için yine her dönemde kullanışlı ve kolay harcanabilen piyonları olan Kürtleri kullanarak, PKK’nın uzantılarını Suriye’de ortaya çıkardılar,  tıpkı PKK’yı oluşturma sürecinde yaptıkları gibi, eğittiler, donattılar, cihatçı çapulcuların üzerine sürdüler, böylece hem din tüccarlığını ve sömürüsünü başarıyla kullandılar, hem de etnik milliyetçilik ayaklarıyla Kürt piyonlarını örgütleyip, güçlendirip, silahlandırıp,  kendi amaçları için sahaya sürdüler, kendi deyimleriyle iti ite kırdırma politikasını da yine kusursuz bir başarıyla uyguladılar.

Böylece, geldiğimiz günde Suriye’de Amerikan icadı olan iki düşman ama çıkar ortağı terör örgütü, HTŞ ve PYD meşrulaştırılarak, sözde Suriye devletinin başına geçirildiler, ve yine böylece, Ortadoğu’da “kullanışlı terör örgütlerini meşrulaştırılarak, onlara devlet yönettirme egsersizleri” de başlamış oldu, ilk kez…

HTŞ çapulcularının Suriye iktidarını kısmen ele geçirir geçirmez yaptığı ilk iş, 21. yüzyılın en büyük katliamlarından birini gerçekleştirmek oldu ve binlerce Alevi çocuk çoluk demeden insanlığın gördüğü en vahşi, en sapık katiller tarafından sokak ortasında katledildi, tepki gören katliamın gerekçesi olarak da Esad rejimi artıklarını temizliyoruz dediler, ancak kendi çektikleri katliam videolarını tüm dünyaya servis ederken aslında Esad artıklarını filan değil, tüm Alevileri hedef aldıklarını ve çocuk çoluk demeden ve acımadan katlettiklerini de tüm dünyaya gösterdiler…

Suriye’nin Amerikan, Fransız ve İngiliz destekli terör örgütlerinin insafına bırakıldığı ve terörist çetelerin batılı emperyalistler tarafından meşrulaştırıldığı anlarda, yine Amerikan icadı olan PKK’nın da meşrulaştırılması gayretleri Türk milletinin içindeki uzaktan kumandalı ve kullanışlı piyonlar tarafından başlatıldı…

Hangi akla hizmettir bilinmez (aslında biliniyor da bilinmezliğe geliniyor), AKP-MHP ikilisi 40 binden fazla Türk askerinin ve 10 binden fazla vatandaşın katledilmesinden doğrudan sorumlu olan PKK’nın elebaşlarından Apoş’u “barış havarisi” olarak yeniden piyasaya sürdüler, üstelik de TSK tarafından başı iyice ezilmişken ve böyle bir girişimin hiç gereği yokken, ve bu kuklanın pkk mkk üzerinde artık en ufak bir etkisi bile kalmamışken…

Daha düne kadar terörist elebaşı, çocuk katili dedikleri, idamla yargılayıp ağırlaştırılmış hapse mahkum ettikleri Artin Agopyan Apoş, bir anda oluverdi sayın Apo, sayın Öcalan, kurucu önder falan filan, eline birilerinin yazdığı bir yazıyı tutuşturdular, öttürdüler!

Amma ve lakin, bu gündemi saptırma amacı güden sansasyonel girişimin neticesinde “PKK ve tüm uzantıları kayıtsız şartsız silah bırakacak, devletin güvenlik güçlerine teslim olacak…” mesajı verilmedi, verilmediği gibi, kendini devlet seviyesinde meşrulaştırma ve devletten devlete muhatap olarak gösterme fırsatı yakalayan PKK tarafından yapılan karşı açıklamada, sanki süreci PKK önderliğindeki Kürtler yönetecek ve yürütecekmiş ve 40 yıldır sürdürdükleri terör düzeninin galibi de kendileriymiş gibi bir hava yaratıldı!

Terörün ve teröristlerin bir siyaset aparatı olarak kullanıldığı bu siyasi yöntem ve süreç son yirmibeş yılda iki kez daha denendi, birinci neticesi 20 binden fazla askerin katledilmesi oldu, ikinci neticesi ise PKK elebaşlarının tanık olarak kullanılmasıyla TSK’nın genel kurmay başkanı dahil, yüzlerce üst düzey komutanın hapse atılması ve TSK’nın Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde kurumsal yıkıma uğratılması oldu…

İktidar bu rezalete bir kulp buldu, aldatıldık dedi, fetö yaptı dedi, işin içinden sıyrıldığını sandı, halbuki işin içinden sıyrılamadığı gibi, daha beter batağa saplandı ve entrika fırtınası sürecinde ülke ve millet Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik, siyasi ve kontrolsüz göçle birlikte demografik yıkımına uğradı, devlet gücü de maddi ve manevi olarak çok büyük bir erozyona uğradı, tam da emperyalizmin yüz yıllık hedefine uygun olarak…

Çünkü devlet akıl, hukuk ve liyakatla değil, ideolojik, şahsi hedeflere yönelik ve liyakatsiz yöntemlerle idare edilmeye çalışıldı, neticesi ise felaket oldu ve halen de olmaya devam ediyor…

Böylece, gerek sahadaki meşrulaştırılmış ve meşrulaştırılmaya çalışılan taşeron terör örgütleri ile gerekse iktidarda ne halt ettiğini bilmeyen, her şeyi yüzüne gözüne bulaştıran siyasal İslamcıların sözde çatışması ama neticede gayet net işbirliği ile emperyalizmin yüz yıldır vazgeçmediği Sevr ruhuna doğru çok güçlü bir adım daha atılmış oldu…

Peki, iki kullanışlı şeytan bir araya geldiğinde veya getirildiğinde ne olur?

İşte şeytanın ayrıntıda gizli olduğu nokta da budur!

İşin biraz daha özüne inelim.

Terör sektörünün, özellikle de cihatçı terör sektörünün uluslar arası siyasi ve ekonomik hedeflere giden yolda en kullanışlı bir aparatı olarak kullanıldığı onlarca yıllık sürecin sonunda, geldiğimiz günde, Suriye’de PYD ve HTŞ gibi kullanışlı ama en ufak bir tetiklemede birbirini parçalamaya hazır iki şeytana bir devleti idare etme yetkisi verdiler!

Bu iki şeytanın ne birinde akıl var, ne de ötekinde, her ikisi de en büyük şeytanın icadı olan yavru şeytanlar, kullanışlı aparatlar, üstelik de son kullanım tarihli kullanışlı aparatlar!

Al birini vur ötekine, ama her ikisinin de ortak yönü yaratıcılarının kuklası olmaları ve istendiği anda istenen hedef doğrultusunda harcanabilir olmaları!

Şimdi aynı taktiği ekonomik yönden çökmüş, demografik yönden çökmüş, siyasi yönden çökmüş, kaosa sürüklenmiş Türkiye üzerinde deniyorlar ve PKK’yı meşrulaştırma adımları atıyorlar ve AKP-MHP ikilisiyle Meclis’teki temsilcileri DEMlileri kucaklaştırıyorlar…Büyük şeytanın icat ettiği terörü ve taşeron temsilcilerini meşrulaştırıp, olağanlaştırıp, sıradanlaştırıp, kabullendirip, yasallık kazandırmaya uğraşıyorlar…

Adını da koydular; terörü bitireceğiz!

Çok boyutlu, çok kazançlı bir terör sektörü ortamında terörden kazanan, terörden beslenen aparat teröristin terörü bitirdiği veya bitirmek istediği nerde görülmüştür!

Bu yöntem,  kanseri,  kanseri azdıracak yöntemlerle yenmeye çalışmaya benzer, neticesi kesin ölümdür…!!!

Meşrulaştırılan aparat terörün ve teröristlerin neler yaptığını ve yapacağını önceki açılım saçılım süreçlerinde, Afganistan’da, Filistin’de ve Suriye örneklerinde, Arap Baharı dedikleri rezillikler ve vahşet sürecinde gördük…

Değil yüzbinler, milyonlarca masum insan sözde Müslüman geçinen din kardeşlerinin eliyle, Müslümanın Müslümana Müslümanlık taslama sürecinde vahşice katledildi ve gerçek sayı hiçbir zaman netleştirilmedi!

Meşrulaştırılan ve MEH Direktörü Gregg efendinin nasıl desteklediklerini allandıra ballandıra anlattığı terörist çeteleri bulundukları coğrafyada yapılabilecek en büyük kötülükleri yaptılar ve akla hayale gelmez yıkımlar, katliamlar getirdiler veya sebep oldular.

Aslında 2000lerin başından beri artık PKK terörü filan olduğu yoktu, sadece adı kalmıştı, TSK emperyalistlerin bütün kumpaslarını bir kez daha kafalaarına giydirmiş, PKK’yı darmadağın etmişti, ancak AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte attığı açılım saçılım adımları ve rezalet ötesi, hukuğun ve devletin yüzkarası bir yöntemle kurulan çadır mahkemeleri neticesinde PKK yeniden toparlanacak fırsatları yakaladı, TSK ise kumpaslarla ve entrikalarla kaostan kaosa sürüklendi, devletin başına bela olan terör örgütlerinin sayısı da arttı, PKK’nın yanında Fetoşlar tayfası ortaya çıktı, IŞİD, El Nusra, El Kaide, Hizbullah gibi tümü özel amaçla dizayn edilmiş siyasal İslamcı geçinen katil sürüleri ortaya çıktı, daha doğrusu çıkarıldı ve birkaç hafta önce MEF Executive Director Gregg Roman’ın Amerikan senatosunda ballandıra ballandıra anlattığı gibi, başta Amerika ve Amerikan emperyalizmin uşakları tarafından desteklendi, eğitildi, donatıldı, amaca uygun şekilde kullanıldılar, bu arada Türkiye’nin  komşu devletler ile ilişkileri ve ekonomisi yerle bir oldu, Suriye bataklığının belası da Türkiye’yi sardı ve artık Türkiye ve Türk milleti Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımıyla karşı karşıya gelmiş oldu…

Geldiğimiz günde, Türkiye’deki iktidar Türkiye’nin başına sardığı veya sarılmasına müsaade ettiği, hatta ön ayak olduğu belaların aslında kendi başına sarılan belalar olduğunun ve çemberin giderek daraldığının hala farkında değildir…

Muhalefet tayfası da kısmen durumun farkında olsa da, neyi nasıl ifade edeceğini şaşırmış durumdadır…

18 Mart 1915’de tarihin gördüğü en büyük emperyalist donanması saldırısıyla geçilemeyen Çanakkale bugün geçilmiş, girilemeyen İstanbul’a bugün girilmiştir, yetmemiş, Türk ulusunun ilk on yılda elde ettiği tüm ekonomik ve siyasi kazanımlar kaybedilmiş, milli birlik Cumhuriyet tarihinin en büyük darbesini almış,  etnik ve sosyo-kültürel kimliğini bozmak için ülke içine milyonlarca mülteci doldurulmuş, terör örgütlerinin yanı sıra ülkenin her köşesinde güvenlik güçlerinin baş etmek için sabah akşam uğraştığı sayısız suç örgütleri türemiş, yolsuzluk, sefalet, cehalet, ihanet, rezalet gündelik gündem haline gelmiştir…

Atatürk önderliğindeki Türk milletinin dünya tarihinin en büyük emperyalist koalisyonlarından birine karşı giriştikleri ve kazandıkları Kurtuluş Savaşı’nın sonuçları, ta 1950lerden beri temellerini attıkları, başta Fetö, Hizbullah, Işid, El Kaide, El Nusra ve PKK gibi taşeron terör örgütlerin kullanımı ile tersyüz edilmeye çalışılmıştır ve halen de süreç devam etmektedir…

Gelelim bu sürecin bir parçası olan Kıbrıs sorununa!

Uzun zamandan sonra, BM gündeminin en uzun soluklu sorunu olan ve bir türlü nihayete ermeyen, daha doğrusu erdirilmeyen Kıbrıs sorununu çözümü için de uluslar arası bir adım atılması, tam da bu döneme denk gelmiştir, ne tesadüf!

İşin ilginç tarafı, Rum tarafının askeri açıdan Amerika, Fransa, İsrail gibi ülkelere kapılarını sonuna kadar açmasıyla, zaten İngiliz ve Türk askeri gücünü de barındıran Kıbrıs, dünyadaki en güçlü NATO askeri karargahına dönüştü, bir tek üyeliğinin resmen ilan edilmesi kaldı…

Bunun için de acilen siyasi bir çözüm gerekiyor, muhtemelen nihai çözümün tarafların önüne konulacak taslağı bile hazırdır.

Kıbrıs sorununun çözümünde kilit nokta, TSK’nın adadaki varlığı ve rolüdür.

Rum tarafı TSK’nın varlığını adada istemiyor, ama istemediği için de TSK’nın adadan gitmeyeceğini de pekala biliyor.

Şimdi süreç, (Kuzey tarafında işletilmese de) zaten AB genel hukuku altına alınmış Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının siyasi, ekonomik ve hukuki çıkarlarından ziyade, TSK’nın adadaki varlığı ve rolü üzerinden götürülecek.

Bu satırlar yazılırken İBB Başkanı ve önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun çeşitli suçlamalarla gözaltına alındığı haberi geldi ve hemen akabinde ekonomik dengeler zincirinden boşandı, piyasalar altüst oldu, Türk lirası ani bir şekilde dehşetli bir değer kaybına uğradı, ekonomik yıkımın boyutları patlayan bir baraj gibi ortalığı sardı,  tüm piyasalarda işlemler durdu, insanlar sokaklara döküldü, yine bir kaos sürecine doğru girildi, dünya olacakları seyretmeye koyuldu…

Aslında sadece bu olay bile, Türkiye Cumhuriyeti’nin ne kadar dehşetli bir ekonomik yıkımdan geçtiğinin, finansal, ekonomik ve siyasi durumunun ne kadar kırılgan, aciz ve istikrarsız olduğunun apaçık göstergesidir…

Ve keza, görünen o ki, AKP iktidarı sıkışan ekonomi düdüklü tenceresinin tümden patlamasını engellemek ve basıncı azaltmak için kısmi bir patlama yaratarak, Türk lirası dehşetli bir devalüasyona uğratacaktı, bunun için de bir bahaneye ihtiyaç vardı, o bahane de İmamoğlu operasyonu oldu!

Finansal ve ekonomik yönden üretemeyen ve finansal istikrar sağlayamayan hiçbir iktidar, ne yaparsa yapsın, ayakta kalamaz, ayak oyunları, entrikalar, bahaneler iktidar ömrünü en fazla birazcık daha uzatır, emperyalistlerin yüz yıllık intikam alma sürecinin ekmeğine yağla bal sürdüğüyle kalır, ama neticede siyasi ve toplumsal kaos giderek artar, en sonunda basınç altındaki baraj patlar, ortalığı sel götürür, bu selden de kimse kurtulamaz …

Gelinen noktada artık dış düşmanlar hikayesi filan da tutmaz, çünkü içerdeki yıkımın tek ve en büyük sebebi sadece yüz yıldır Türkiye’ye karşı sürdürülen emperyalist savaş değildir, içerdeki siyasi aktörlerin üretimi yok eden, tüketimi teşvik eden, kaynakları sonuna kadar tüketen akıl tutulması, beceriksizliği, ve iktidarından muhalefetine kendi çıkar ve hırslarından başka hiçbir şey gözetmeyen tutumlarıdır.

Bir ülkeyi, bir milleti baştan aşağı çürümüşlük ve kanser sararsa, işte böyle sarar…

Gelelim 6 ay sonra yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimine…

Anavatan’da manzara bu durumdayken, Kıbrıs Türkünün önüne konacak bir Cumhurbaşkanlığı seçim sandığından AKP’nin doğrudan veya dolaylı olarak desteklediği bir adayın çıkması çok da olası değildir,  çünkü artık Kıbrıs Türkünün büyük çoğunluğu ne yapıp edip, Rum tarafının kucağına ve tuzağına düşme pahasına da olsa, Türkiye’nin değil ama AKP iktidarının elinden kurtulma fırsatını kollamaktadır ve tepkisini de sandıkta gösterecektir.

Şimdiki Cumhurbaşkanı ve gelecekteki Cumhurbaşkanı adayı Ersin Tatar’ın bu seçimi kazanmasının tek bir yolu vardır, o da tarafları olabildiğince serbest bırakacak ama kuzeyi de AB hukuku altına sokacak, hem Kıbrıs Türkünün hem de Türkiye’nin savunması açısından da TSK’yı sistemin içine doğrudan dahil edecek konfederal-NATO merkezli bir sisteme odaklanmasıdır.

Rum tarafı bütün dünyayı arkasına almışken, Türkiye ise Cumhuriyet tarihinin en kırılgan ve zayıf dönemini yaşarken ve tamamen yalnızlaşmışken, bu hedef elde edilebilir mi, şimdi esas soru budur!

Zor ama imkansız bir hedef değil…

Kabul edelim ki karşı taraf çoktan atı alıp Üsküdar’ı geçti, artık bizim onları geçme şansımız yok…

Masayı onlar donattılar, yemek için her türlü malzemeyi hazırladılar, ocağı da hazırladılar, ocağın altına odunu da sürdüler, ama yemeği pişirecek ateşi yakmak için eldeki tek kibrit de bizim elimizde…

Ateşi yakıp da yemek piştikten sonra yemeğin kırıntılarına mı razı olacağız, yoksa yemeğe eşit ortak mı olacağız, işte bunu da bizim tarafın siyasi zekası ve iradesi gösterecek…

Tatar zeki bir siyasetçidir ve şartları ve detayları 360 derece detayla değerlendirebilecek zekaya ve vizyona sahiptir, ancak çevresindekiler için aynı şeyi söyleyebilmek pek de mümkün değildir.

Diğer taraftan, karşısına çıkacak olası rakip, yani muhalefetin adayı, hiçbir şey yapmasa, liyakat miyakat hak getire, sadece aday olsa, Türkiye’nin hallerinden bunalan Kıbrıs Türkü tarafından şak diye seçilme şansına sahiptir.

Anlayacağınız, yüz yıllık intikamın alınması hedefiyle başlatılan operasyonlar neticesinde tek bir günümüzün bile normal geçmediği bu coğrafyada, sürekli bir kaos ortamında yaşamak kaderimiz haline gelmiştir…

İşte, neticede, BOP denen emperyalist istila ve işbirlikçilerinin ihanet süreci de tam olarak bunu hedeflemektedir…

“Çanakkale Geçilmez”den “BOP’a”, BOP’tan da “sayın apo”ya uzanan süreç!

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin
Bize Katılın
Reklam Engelleyicisi Tespit Edildi

Sitemize katkıda bulunmak için lütfen reklam engelleyicinizi devredışı bırakın.