Demokrasi, halkın iradesiyle şekillenen bir yönetim biçimi olduğu kadar, toplumun her bireyinin eşit haklara sahip olduğu bir yaşam alanıdır. Özgürlük ise, bireylerin inançları, düşünceleri ve yaşam tarzları doğrultusunda, başkalarının haklarına zarar vermeden hareket edebilme yetisidir. Ancak, Kuzey Kıbrıs’ta demokrasiyi ve özgürlüğü savunduğunu iddia eden bazı kesimlerin, işlerine geldiğinde bu kavramları esnetip bükerek, çifte standart uyguladığına şahit oluyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, başörtülü bir kız çocuğunun okul önünde fotoğraflanması üzerine büyük bir linç kampanyası başlatıldı. Peki, kaç kişi bu olayın arka planını sorguladı? Kaç kişi o çocuğun ailesini arayıp “Neler yaşandı? Bu kız neden bu durumda?” diye sordu? Ortada bir mesele varsa, önce sebeplerini tartışmalıyız. Bu kız çocuğunun kendi inancı doğrultusunda başörtüsü takması nedeniyle zorbalığa uğradığını ve bundan ötürü okula gitmekten korktuğunu biliyor muydunuz?
Tartışmalar büyürken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın başörtüsü ile ilgili tüzük değişikliğine gitmesi ve ardından konunun arkasında durmaması, sürecin bu noktaya gelmesine sebep olan en önemli faktörlerden biri oldu. Eğer bir düzenleme yapılıyorsa, bunun arkasında durulmalı, gerekçeleri açıklanmalı ve toplumda yaratabileceği etkiler üzerine kapsamlı bir değerlendirme yapılmalıdır. Aksi takdirde, zaten hassas olan toplumsal dengeler daha da kırılgan hâle gelir.
Bugün, toplumumuzda başını kapatan bir kız çocuğunun okuluna gitmesi hâlâ tartışmalara yol açarken, özgürlüğün yalnızca belirli bir kesime hizmet eden bir kavram hâline geldiğini görüyoruz. Bir yanda, farklı toplumsal grupların hakları alkışlanırken, diğer yanda başörtülü bir genç kızın özgürlük alanı daraltılıyor. Özgürlük, yalnızca belirli yaşam tarzlarını kucaklayan bir olgu değildir; aksine, her bireyin tercihlerine saygı duyulduğu sürece anlam kazanır.
Demokrasinin temel taşlarından biri de ifade özgürlüğüdür. İnsanlar meydanlara çıkıp haklarını savunabildiğinde, iktidara ya da yöneticilere yönelik sert eleştirilerde bulunabildiğinde bunu “demokrasi” olarak tanımlıyoruz. Peki, aynı demokrasi inançları doğrultusunda yaşamak isteyenler için neden geçerli olmuyor? Birinin özgürlüğü diğerinin özgürlüğünü bastırıyorsa, bu demokrasi değil, çoğunluk diktası olur.
Ötekileştirme, toplumun en büyük düşmanıdır. Kendi gibi düşünmeyeni, kendi gibi giyinmeyeni, kendi gibi inanmayanı dışlamak, demokrasiyi ve özgürlüğü savunduğunu söyleyenler için büyük bir çelişkidir. Bugün Kuzey Kıbrıs’ta 1974’ten sonra gelenler ve 1974 öncesinde burada doğanlar gibi ayrımlar yapılması, birlik olmak yerine bölünmeyi körüklüyor. Oysa bu topraklar, herkesin ortak vatanı değil mi? Geçmişi ne olursa olsun, burada yaşayan herkesin eşit vatandaş olması gerekmez mi?
Demokrasi ve özgürlük, sadece belirli bir kesimin tekelinde olmamalıdır. Gerçek demokrasi, herkesin inancına, düşüncesine ve yaşam biçimine saygı duyulduğunda hayat bulur. Bugün ötekileştirilen, yarın ötekileştirenin yerine geçtiğinde kaybeden tüm toplum olur. O yüzden asıl sorulması gereken soru şu: Birlik olmak varken neden ayrışıyoruz? Neden “benim özgürlüğüm seninkinden üstün” anlayışıyla hareket ediyoruz?
Şapkamızı önümüze koyalım ve inançlara saygı duyarak bu ülkede tek bir çatı altında huzur içinde yaşamayı öğrenelim. Çünkü gerçek özgürlük ve demokrasi, başkasının haklarını koruyarak var olur.
- “Gerçek özgürlük, başkalarının özgürlüğüne saygı duymaktır.” – Abraham Lincoln