Bir düşünün dünyayı değiştirebileceğini hayal etmek ilk başta romantik gelebilir. Oysa insanlık tarihine baktığımızda, bir fikrin bir toplumu nasıl dönüştürdüğünü, bir düşüncenin bir hayatı nasıl baştan sona yeniden inşa ettiğini görmek mümkün. Düşünce, görünmezdir belki ama etkisi, dalga dalga yayılan bir enerji gibi yaşamın her alanına siner.
Zihnimiz, gerçekliğin sessiz mimarıdır. Bugün sahip olduğumuz tüm deneyimler, ilişkiler, alışkanlıklar ve hatta kader dediğimiz yolculuk, düşünce tohumlarının yıllar içinde filizlenmiş halleridir. Ne düşünüyorsak, onu yaşar; neye inanıyorsak, onu çekeriz. Bu cümle kulağa mistik gelebilir, fakat bilimsel çalışmalar da artık zihinle beden, zihinle dış dünya arasındaki ilişkinin hiç de tesadüfi olmadığını gösteriyor.
Nörobilim der ki: Beyin, tekrar eden düşünceleri alışkanlık zanneder; alışkanlıkları da gerçeklik olarak kabul eder. Yani, bir kişi sürekli olarak “Ben başarısızım” düşüncesini yineliyorsa, beyin bu kalıbı kendi yazılımına işler ve o kişi, farkında olmadan bu düşüncenin gerçekleşmesi için davranışlarını o yönde biçimlendirir. Kendini sabote eden cümleler, hayatı sabote eden sonuçlara dönüşür.
Ama güzel haber şu: Aynı mekanizma, olumlu düşünceler için de geçerlidir.
Düşünceler birer gözlük gibidir. Hangi renkteyse, dünya da o renkten görünür. Örneğin, sabah “Yine zor bir gün olacak” düşüncesiyle uyanırsanız, tüm olayları bu ön kabulle yorumlarsınız. Trafikteki sıkışıklık, işyerindeki yoğunluk ya da arkadaşınızın geç cevabı bile sizi teyit eder. Çünkü zihin, inandığını doğrulayan verileri seçer. Oysa “Bugün bana huzur getirsin” düşüncesiyle başlayan bir gün, aynı olayları daha yumuşak bir bakışla karşılamanızı sağlar.
İşte bu noktada şu mottoyu hatırlamak gerekir: “Ben değişirsem, dünya değişir.”
Çünkü dünya bizim dışımızda olan bir yer değil yalnızca. Dünya, bizim bakışımızla şekillenen, algılarımızdan süzülerek anlam bulan bir yerdir. İç dünyamız ne kadar berraksa, dış dünya da o kadar netleşir. Kendi içimizde dönüştürdüğümüz her yargı, her öfke, her korku… Dış dünyada çözülmeye başlar.
Carl Gustav Jung der ki: “Bilinçaltı bilinçli hale gelmedikçe, hayatınız onu kader olarak yaşar ve siz ona ‘kaderim’ dersiniz.”
Bu söz, düşüncenin gücünü çarpıcı şekilde özetler. Çoğu insan, tekrar eden ilişki sorunlarını, aynı döngüde yaşanan zorlukları “kader” olarak kabul eder. Oysa bu tekrarlar, zihinsel kalıpların dışa vurumudur. Jung’un gölge arketipi kavramı da burada devreye girer: Kabul etmediğimiz, bastırdığımız yönlerimiz, hayatın içinde karşımıza çıkar.
Yani düşünce sadece yaratmakla kalmaz, aynı zamanda bastırdıklarımızı da görünür kılar. Bu yüzden kendini tanımak, düşüncelerini tanımaktan geçer. Kendi zihinsel haritanı fark etmeden yeni bir yöne gitmek imkânsızdır.
Düşünce, yönlendirilebilir bir enerjidir. Zihnimizin kontrolünü elimize almak, yaşamın kontrolünü ele almaya başlamak demektir. Her sabah uyandığınızda, zihniniz size yeni bir senaryo sunmak için bekler. Ona hangi senaryoyu verirseniz, gününüz o şekilde şekillenir.
Unutmayalım, evrende her şey enerji ve frekanstır. Düşüncelerimiz de öyledir. Sürekli korku, endişe, kıtlık düşünceleri içinde yaşayan birinin hayatına bolluk, neşe ve huzur çekmesi neredeyse imkânsızdır. Çünkü o frekansta değildir. Oysaki minnettarlık, sevgi, umut gibi yüksek frekanslı düşünceler sadece ruhu değil, bedeni ve yaşamı da iyileştirir.
Bugün bir düşünce seçin. Hayatınızda görmek istediğiniz bir hissi, bir duyguyu, bir hedefi düşünün. Onu zihninizde netleştirin. Gözlerinizi kapatıp, onu yaşarken nasıl hissettiğinizi hayal edin. Ona inanın, ona tutunun. Zihninizde ne kadar yaşarsa, gerçekte o kadar yer bulacaktır.
Çünkü her şey bir düşünceyle başlar. Ve hiçbir şey, onu değiştirecek bir düşünceden daha güçlü değildir