Seçimler doğal olarak insanların siyasi duyarlılığını artırır.
Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi, duyarlılığı mı desem, ilgiyi mi desek artırmaya başladı bile.
İlginçtir Cumhurbaşkanlığı seçimi tek tek adayların yarışması olacak olmasına rağmen, siyaset ve siyasette liyakat daha geniş açıdan konuşuluyor.
Günlük iletişim trafiğim içinde olabildiğince çok insanın siyasilere yönelik, siyasetle ilgili tepkisini öğrenmeye çalışırım.
***
Bir zamanlar bir gence oy istikametini sorduğumda açık yüreklilikle şunları söylemişti: “Seçmen yaşına ulaştıktan sonra üç defa oy kullanma hakkım oldu. Birincisinde bilerek sandığa gitmedim. Öteki ikisinde ise gittim ama bilerek geçersiz olacak şekilde oy kullandım. Hiç bir siyasetçiye güvenmiyorum. Güvenmediğim için de haklı çıktığıma inanıyorum.”
Acı ama gerçek, siyasetçiye güven bir türlü yukarıya doğru ivme kazanamıyor.
Bu gerçek olsa da, böyle konuşanlara, “Haklısınız” demiyorum.
***
Ülkemizin önde gelen bir işadamı ile sohbet ediyorum. Bizim ölçeklerimizde büyük sayılacak bir şirketin tepesindeki birkaç isimden biri. Geleneksel siyasal tercihlerine rağmen Kıbrıs’ta barışı ve çözümü gözü kapalı değil, bilinçli olarak savunanlardan.
Siyasi kadrolara güvenmiyor. Olası bir erken seçimde, uzun yıllar denenip umutsuz vakaya dönüşenleri yeniden düşünmüyor. Toplumun tepkisinden siyasi yarar elde edenlere yönelik, güveni de kuşkulu. Temkinli duruyor.
Siyasi propagandalarda dile getirilenleri anımsatıp nasıl değerlendirdiğini soruyorum. Yüzüne çok manalı bir gülümseme geliyor ve ardından ekliyor: “Bu ülkenin geleceğini şekillendirmeye talip olanların halkın önüne daha ciddi ve en önemlisi somut projelerle çıkmaları gerekiyor. Sloganlar esas olamaz. Bizde somut hedefler olmadığı için, sloganlarla oy elde edilmeye çalışılıyor. Bunu yapanlar halka saygısızlık yapıyor aslında.”
***
Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, 2026’nın ilk çeyreğinde erken genel seçim var.
Bu nedenle yükselen siyaset duyarlığında özellikle nelerden rahatsız olunup, neler istendiğini de öğrenmeye çalışıyorum.
Halkın çok büyük bir kesiminin siyasetçiye, özellikle politikayı meslek edinenlere güveni yok denecek kadar azdır.
Bu gruptaki politikacıların tümüne yakınının doluluğu, içi dolu pasta kadar bile değil, deniyor.
Bunlar, analitik temelli, eleştirel düşünen insanlar değil. En şiddetli eleştiri ya da karşı eleştiri yaptıklarını sanırlar ama yaptıklarının hiç bir nitelik derinliği yoktur. Derinliği olmasını da istemezler. İstedikleri o an için akılda kalması, konuşulması, sosyal medyada beğeni almalarıdır. Hatta kalitesi düşük, küfür içerikli eleştirilerden bile, kazanç hesabı yaparlar.
Halk diliyle bunlar “kandırıkçıdır”.
***
Ahlaki düşünce geleneğinin öncüsü olarak bilinip, eleştirel düşünme ve sorgulamayı ön plana çıkaran felsefi yaklaşımıyla tanınan Sokrates, bu gruba girenleri ta Antik Yunan döneminde çok iyi tanımış, uğraşılması en zor insanlar olarak görmüş, “kendi kendilerini kandırıp, sonra da başkalarını kandırmaya çalışırlar” diye anlatmıştı..
Sokrates, bilge kişiliğiyle açık sözlülüğü birleştiriyordu. En emin olduğunu bile yapmadan önce, “Bildiklerimi yaparsam, doğru yapmış olur muyum? Sen ne dersin?” sorusunu soran, eleştiren, gerekirse karşısındakini azarlayan bir yanı da vardı.
Sokrates’in insanlığa vasiyeti olarak bilinen şu ünlü sözleri bugün de geçerlidir:
“Hiç bir şey değillerken, kendilerini bir şey sanırlarsa, ödevlerini boş verip, değerleri yokken kendilerinin bir şey olduklarını sanırlarsa, ben sizleri nasıl azarlayıp, utandırmışsam, sizler de onları öyle azarlayıp, utandırınız.”
* * *
Genelleme yapmaktan hep kaçınırım. Ancak bizde çapsız siyasetçiler, “öcü” politikasıyla, başka partileri karalayarak kendine siyasi gelecek için yol açmaya çalışır.
Halk, bunun farkında olduğu, bu “kandırıkçıları” sorguladığı oranda, siyaset dünyamızda temizlik operasyonuna katkı koyacak.
… Çok anlamlı bulduğum, bu dönemlere de çok yakışan bir sözle noktalayayım yazımı: “Gölgesi, kendinden ağır olanlardan sakının…”
***
Herkese, mutlu, huzurlu, sağlık bir bayram diliyorum…
