İnsanlık tarihinin en lanetli tarihlerinden biri olan 6 Şubat 2023 tarihinde göz göre göre, geliyorum diye bağıra bağıra gelen şiddetli bir depremle sadece birkaç saniye içinde insanlık tarihinin en büyük yıkımı ve kırımı yaşandı…
Ahlaksızlıkta, vicdansızlıkta, soysuzlukta rant hırsında sınır tanımayan müteahhitlerin, denetlemeden sorumlu kamudaki soysuzların yarattığı kaçak, göçek, çürük bina müsveddelerinde insanlık tarihinin en büyük katliamı yaşandı…
Katledilen insan sayısını sırf utançlarından ve sebep oldukları felaketin büyüklüğünü gizlemek için 53 bin ile sınırlandırdılar, ama içlerinde insanların katledildiği yıkılan kaçak, göçek, çürük bina müsveddesi sayısını sınırlamayı unuttular…Resmi açıklamalara göre içinde yaşam olan 40 bine yakın bina yıkıldı, 14 bin bina müsveddesinde hiçbir canlı izine rastlanamadı, sadece 26 bininde yaşam belirtisi bulunabildi…Son verilere göre yıkılan toplam konut sayısı 518 bin!…Ciddi hasar alan konut sayısı 129 bin…Yıkılan binaların hemen hemen tümü tamamen ve anında tuz buz oldu, içinde yaşayanlara hiçbir kurtulma şansı vermedi…
Resmi kayıtlara göre Şampiyon Meleklerimizi o lanet olası İsias denen otel ucubesinde kaybettiğimiz Adıyaman’da yıkılan bina sayısı 2 bin 349, bu binaların bağımsız konut veya hane sayısı ise 9 bin 844…Yani içinde yaşam olan 10 bine yakın ev, konut yıkılmış, içlerinden kaç kişi sağ çıkabildi, cevabı yok!
İsias denen katliam ucubesinden sağ çıkabilen sadece birkaç kişi var, onlar da tamamen şans eseri kurtuldu!
Oraya ulaşan insanlar evlatlarını o yıkıntının altından çıkarmaya uğraşırken mal sahibi olacak ahlaksızlar da enkaza uğrayıp para kasasını sorduktan sonra ortadan kayboldular!!!…Ne yardım ettiler, ne de yardım getirdiler, ne de sebep oldukları katliam dolayısıyla en ufak bir suçluluk duydular!!!
Felaket duyulunca bütün Kıbrıs Türkü seferber oldu, başta GKK arama kurtarma personeli, Sivil Savunma personeli, adada konuşlu TSK personeli, sağlık personeli, polis ve itfaiye personelleri olmak üzere herkes felaket bölgesine koştu, vargücüyle yardım ulaştırmaya çalıştı, gidebilenler gitti, gidemeyenler arkadan elinden gelen her türlü maddi ve manevi desteği verdi…
Aynı gün oluşturduğumuz on kişilik arama-kurtarma ekibiyle dört gün boyunca bizi afet bölgesine ulaştıracak imkanın verilmesini bekledik, ama o kaos içinde haber ancak dördüncü günün geceyarısında geldi, o da bizi gemiyle ancak İskenderun’a kadar götürebileceklerini bildiren haberdi…Beşinci gün zaten çoğu yerde arama kurtarma çalışmaları bitmiş, umutlar da tükenmişti…
Adıyaman’da beş gün boyunca İsias ucubesinden çocuklarımızı çıkarmaya çalışan Kıbrıslı ekiplerden başka tek bir ekip yoktu, ortalık da cehennemden farksızdı, ancak arkadaşlarımızın bize aktardığına göre ortalık hırsızdan, uğursuzdan, fırsatçıdan geçilmiyordu, arama-kurtarma ekiplerinin malzemelerini bile çalıyorlardı!…Bu malzemeler başka arama kurtarma faaliyetlerinde kullanılmak için değil, düpedüz maddi değeri olduğu için çalınıyordu, bir grup gece gündüz molozların altında evlatlarımızı ararken bir grup da eşyalar, cihazlar çalınmasın diye nöbet tutuyordu…
AKP iktidarının ilk yaptığı işlerden biri, bir afet durumunda Türkiye’nin asker, polis ve sivil kaynaklarını anında harekete geçiren EMASYA protokolünü (Emniyet Asayiş Yardımlaşma Protokolü) ortadan kaldırmak olmuştu…2018 yılında yürürlüğe giren TAMP (Türkiye Afet Müdahale Planı) içeriğinde TSK yine yoktu…Halbuki TSK Türkiye’de afetlere karşı en donanımlı kurumdu ve böylesi bir felakette ilk yardıma koşacak, hem arama kurtarma yapacak, hem de güvenliği sağlayacak en güvenilir kurumdu…
6 Şubat felaketinde TSK sahaya ancak iki gün sonra inebildi, o da sınırlı sayıda askerle…Emniyet sağlanamadığı için deprem bölgesi tam bir vurgun alanına dönüştü, insanlar can derdiyle uğraşırken sayısız hırsız, uğursuz, ahlaksız deprem bölgelerine gelerek hırsızlık derdine düştü, yaşananlar sosyal medyada paylaşıldı, felaketin boyutu tam bir utanca da dönüştü…
Diğer taraftan, suçu kadere, Allah’a yükleyen AKP iktidarı tüm afet müdahale sürecini yüzüne gözüne bulaştırdı, hem de feci şekilde…
Bu felaketin bu kadar büyük boyutlu olmasının da esas sorumlusu yine AKP iktidarının sorumsuzluklarıdır.
1999 depreminden ders alsalardı, zerre kadar insan yaşamına değer verselerdi, kanun, kural, bilim tanımayan, rantından başka bir şey düşünmeyen ahlaksız, vicdansız katillerin hepsini içeri tıkarlardı, canlarına çatır çatır okurlardı, bina yapımlarında deprem yönetmeliklerini eksiksiz uygular ve uygulatırlardı, bir daha hiç kimse kaçak göçek bina müsveddesi yapmaya cesaret edemezdi…
Ancak iktidarları boyunca 6 Şubat’a kadar yaşanan depremlerde tek bir kamu görevlisi bile yargılanmadı, kaçak, göçek, çürük binaların yapımından sorumlu olan ve yüzbinlerce insanı katleden sahtekarların da sadece birkaç tanesi uyduruk, ödülden farksız cezalar aldı, ve en fecisi; AKP iktidarı döneminde kaçak, göçek, çürük bina müsveddelerine tam 8 kez imar affı çıkarıldı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un 26 Haziran 2019’da yaptığı açıklamaya göre imar barışına tam 10 milyon 250 bin vatandaş başvurdu…
Yani toplamda 20 milyondan biraz fazla yapı stoğu olan memleketteki yapıların en az 10 milyon tanesi kaçak, göçek, çürüktü ve bu rakam da sadece affa başvuranları gösteriyordu, affa başvurmayan en az beş milyon daha kaçak yapı olduğu iddiası vardı…Ve affa başvuranların başvuruları da kabul edildi!
AKP seçim üstü tam 9. affı çıkarmak üzereyken 6 Şubat felaketi yaşandı!
Birçok tanıdığımız, arkadaşımız, öğrencilerimiz saniyeler içinde hayattan koparıldı…Sadece komşumun Hatay’daki ailesinden çocuk çoluk demeden 55 kişi hayatını kaybetti…Sadece yakın bir arkadaşımın Gaziantep’teki akrabalarından yine 55 kişi hayatını kaybetti…İskenderun’daki üniversite arkadaşımı aradığımda ortak tanıdığımız kimsenin kalmadığını, tek başına kaldığını, yakın çevresinden en az 300 kişiyi kaybettiğini söyledi…Ulaşabildiğimiz tüm tanıdıkların ya yakın ailelerinde ya da tanıdıklarında kayıplar vardı, durum dehşet ötesiydi, tarifsiz bir felaket ülkenin, milletin üzerine çökmüştü…
Bu felaket durduk yerde gelmedi, göz göre göre geldi, geleceği biline biline geldi, bu felaketin de bu boyutta olmasının esas sebebi ülkedeki milyonlarca kaçak, göçek, çürük binanın yapımına izin verilmesi, göz yumulması, üstüne üstlük bir de üç kuruş gelir elde edilecek diye üst üste aflar çıkarılması ve nihayette de katillere, sahtekarlara, vicdansızlara ceza niyetine ödül veren, insani adaleti yerle bir eden, komik cezalarla katilleri sahtekarları adeta azdıran, teşvik eden yargı sistemidir…
İsias denen ucubeyi tarifsiz bir ahlaksızlıkla, tarifsiz bir sahtekarlıkla, tarifsiz bir rant hırsıyla yaratan ve rantını yiyen, 72 insan evladının, can parçasından sorumlu olan katillerin elebaşına mahkeme bir de iyi hal indirimi verdi, iyi mi!!!
Katillerin elebaşlarından biri, Hasan Aslan denen katil, tutuksuz yargılandı ve cezası açıklanır açıklanmaz da sırra kadem bastı, koskoca Türkiye Cumhuriyeti, ki istese dünyanın öbür ucundaki sıçanı bile deliğinden bulup çıkarır, kendi toprakları içindeki bir katili yakalayamadı, iyi mi!!!
Kamuda sorumlu katiller, tüm sorumlulukları ayan beyan ortada olmasına rağmen ve daha önce hazırlanan iki bilirkişi raporunda doğrudan sorumlu oldukları tescil edilmesine rağmen tam iki sene yargı önüne çıkarılmadılar, yeni yeni yargılanmaya başladılar, mahkemede resmen körler sağırlar birbirini ağırlar tiyatrosunu oynadılar, mahkeme de bunların bu katliamdaki sorumluluğunu belirten yeni bir bilirkişi raporu istedi, önceden hazırlanmış, özellikle de çok kapsamlı hazırlanmış son rapora itibar etmedi, yenisini istedi, iyi mi!!!
Yargı bilime güvenmiyor, habure görüş istiyor, katledilen can parçalarının aileleri yargıya güvenmiyor, kapı kapı adalet dileniyor, insani adalet sisteminin işleyişinden en karlı çıkanlarsa mağdurlar değil, suçlular, katiller, sahtekarlar, vicdansızlar, kısacası mağdur edenler, suçlular oluyor, iyi mi!!!
Bizim siyasiler zerre kadar güvenmeseler de dostlar alışverişte görsün hesabından giderek, adalet güveniyoruz diyorlardı…
Bense ta 99 depreminden beri bu konuda yargıya güvenimi kaybetmiştim, zerre kadar da güvenmediğimi zaten dile getiriyordum, insani adaleti temsil eden yargı sistemi güvenilir olsaydı zaten durum bu halde olmazdı, memleketteki yapı stokunun yarısından fazlası sahtekarca, ahlaksızca yapılmış olmazdı, onca insan katledilmiş olmazdı, milyonlarcası perişan olmazdı…
Neticede, Şampiyon Meleklerin aileleri verilen ödül gibi cezalara itiraz etti, istinafa götürdü, istinaf başvurusu ise reddedildi…
Bütün bunların olacağı, bu şekilde bir sürecin gelişeceği, katillerin avukatlarının çocuklarını kaybetmiş ailelere mahkeme salonunda savunma kisvesi adı altında yaptığı, ahlaksızlık bile denemeyecek seviyedeki saldırılarından belliydi…
Mahkeme tutanaklarını okuduğunuzda, ki ben okurken öfkem tavan yapıyordu, vicdanı olan hiçbir yargıcın evlatlarını kaybetmiş ailelerin yaralarına adeta kasten tuz basan böylesine ahlaksızca söylemlere izin vermesi mümkün değildir dersiniz, ama verilmiş, mağdurların acısından adeta zevk payesi çıkarılarak, insanların acılarına daha fazla acı katılmış, savunma adı altında adeta katledilen insan evlatlarının aileleri de manen katledilmiş!
Üstelik de Türkiye Cumhuriyeti’nin, yani Anavatanımızın, Adalet Bakanlığı da buna resmen seyirci kalmış!…
İsias dosyasının savunma kısmı herhalde sadece Türkiye hukuk tarihine değil, insanlığın hukuk tarihine en büyük utanç abidelerinden biri olarak geçmiştir…
Hadi anladık, bir kez kontrolden çıkan, aldığı paranın hakkını verme derdinde olan savunma avukatı artistik yapacak diye çizmeyi aşar, gerçekleri manipüle edecek, suçu hafifletecek diye kılıktan kılığa girer…Savunma hakkının rezalete dönüştüğünü gördüğünde hak ettiği şekilde uyarırsın, ama böylesine hassas bir konuda savunma kisvesi altında ikinci bir mağduriyet yaratılmasına, savunma adı altında her türlü yalanın, dolanın, sahtekarlığın, ahlaksızlığın, yüzsüzlüğün ve vicdansızlığın yapılmasına, evlatlarını kaybetmiş mağdurların yaralarına tuz basılmasına, acılarına acı katılmasına asla izin vermezsin, anında mahkemeden kapı dışarı edersin, hakkında gerekli soruşturmayı açar, o avukat müsveddesinin diplomasını da yırtar, meslekten atarsın…Eğer, sadece göstermelik değil, gerçekten adalet dağıtan bir yargı sistemiysen!
Avukatlık demek, savunma hakkı demek, adalet arayışı demek mahkemede mağdurların gözünün içine baka baka ahlaksızlığın dikalasını yapacaksın, mağdurun mağduriyetine mahkeme salonunda mağduriyet katacaksın, insanların acılarına acı katacaksın, kin kusacaksın, saçma sapan söylemlerle katliamı haklı çıkarmaya çalışacaksın, mahkeme de buna göz yumacak demek değildir…
Yargı sistemi de her zaman gerçekten adalet demek değildir, yargı sisteminin adalet demek olmadığını ta 99 depreminden beri olabilecek en acı tecrübelerle öğrendik, ha keşke yargı gerçekten adalet olabilseydi de memleketin 20 milyon yapı stokunun yarısı ahlaksızca, sahtekarca yapılmasaydı…
Özellikle deprem katliamlarında sorumluluğu olanları cezalandırmada yargı sistemi nerdeyse tamamen iflas etmiştir, bunun başka da açıklaması yoktur, aksi olsaydı ta 99 depreminden bugüne bu felaketleri yaşıyor olmazdık…
İşin özünde, Türkiye gibi bir deprem ülkesini de felaketten kurtarabilecek tek güç, sığınılabilecek tek liman, yargı sistemidir, insani adalettir, başka da hiç kimse ve hiçbir kurum değildir…Bu gerçek ve mecburiyet insani yargı tarafından anlaşılmadığı, kabullenilmediği sürece, katliamlar kaçınılmaz bir şekilde devam edecektir ve bu katliamların paydaşı da doğrudan yargı sisteminin ta kendisi olacaktır…
Şampiyon Meleklerin ve rehberlerin aileleri, çocuklarının katillerine verilebilecek en ağır cezalar verilse bile çocuklarının geri gelmeyeceğini biliyorlar, bu insanların dertleri sadece çocuklarının katillerinin hak ettikleri şekilde cezalandırılması değildir…
Bu insanların esas dertleri deprem felaketlerini yaratan katillerinin caydırıcı cezalar alması ve bu cezaların diğer katilleri, ahlaksızları, vicdansızları, sahtekarları caydıracak emsal cezalar olmasıdır…Başka çocuklar, masum insanlar bu ahlaksız, vicdansız katillerin elinden ancak bu şekilde kurtulabilir…
Ahlaksızlar, vicdansızlar, sahtekarlar bilecekler ki kanunlara, kurallara, bilime aykırı işler yapıp da insan evlatlarını katlederlerse, insani yargı da onların geriye kalan hayatlarını katledecek, onlara gün yüzü göstermeyecek, aldıkları her nefesin azap nefesi olmasını sağlayacak…
Gerisi İlahi adaletin işidir, ondan kimse kurtulamaz, hiç kaçarı koçarı yoktur, nesiller boyu bile gramına kadar günahın hesabını öyle de böyle de sorar…
Ancak insani adalet görevini layıkıyla yerine getirmezse, insan evlatları üç kuruşluk rant hırsıyla ahlaksızlar tarafından katledilmeye devam eder…
Bizim siyasilerin ve sivil toplum örgütlerinin bu konudaki sesini daha yüksek sesle çıkarması gerekiyordu, ama çıkarmadılar…
Henüz geç değil, çocuklarımızın katillerini ve onların katledilmesine neden olan sistemin sorgulanması, eleştirilmesi, adalet, hukuk veya yargı karşıtlığı değildir, tam tersine, 25 yıldır eksik kalan bir adalet anlayışının silkinmesi ve üzerindeki ölü toprağını atması talebidir…
Sonuçta yargıçlar da insandır ve bakış açıları, değerlendirme yaklaşımları farklı olabilir, ancak bu fark felaketlere davetiye çıkarıyorsa, mağdurlardan ziyade mağduriyeti yaratanların lehine uygulama yapıyorsa, biryerlerde çok büyük bir yanlış ve hata var demektir, ve keza, ta 99 felaketinden beri yaşadığımız onca felaket de, İsias davası ve 6 Şubat felaketi de dahil, bu hataların açık bir göstergesidir…
Bu bakımdan, bizim hükümetin ve muhalefetin önceliği, keza Türkiye’deki hükümetin ve muhalefetin de önceliği, topluma gerçek anlamda zerre zırnık faydası olmayan, aksine zararı olan saçmalıklarla uğraşmak olmamalı, öncelik vatandaşlarımızın, insanlarımızın insan haklarını savunmak, yaşam güvencesi sağlamak olmalıdır, ama lafta değil…İcratta!
Aksi takdirde, mezarlıklarda çocuklarımızın, sevdiklerimizin mezar taşlarının üzerine daha çok yığılıp kalırız, cesedi bile bulunamayan sevdiklerimizin arkasından daha çok gözyaşı dökeriz, yaşayan ölülere döneriz…
Bu yaşadıklarımız kader filan değildir, Tanrı’nın isteği filan değildir, bu yaşadıklarımızın tek sebebi her türlü bireysel, kamusal, yargısal insani sorumsuzluk ve ahlaksızlıktır…
Daha nasıl anlatayım, bilemiyorum, ve yüreğimde, zihnimde tarifsiz bir korkuyla bekliyorum, yine bir felaketin olmamasını diliyorum…
Keşke sadece dilemekle olmasa bu felaketler, yaşanmasa bu tarifsiz acılar, ama çare dilemek değildir, çare bilimsel, kamusal ve hukuksal tedbirlerdir…
Bu yazının ardından artık hayırlı, güzel bayramlar dileyemiyorum, çünkü bizim gibiler için artık hayat herhangi bir bayramdan, keyiften, yaşamaktan ibaret değil, sadece sorumluluklarımız gereği mecburen aldığımız nefesten ibarettir ve insanlarımızın can güvenliği sağlanana kadar da bayram filan olmayacak…