Ego, insanın kendisini koruma mekanizması gibi görülebilir. Bazen onu güçlü kılar, bazen de farkında olmadan içine hapsettiği korkuların perdesi olur. Jung’un “gölge” kavramı, tam da burada devreye girer. İnsan, bilinçaltında bastırdığı, görmezden geldiği ve kabul etmekten kaçındığı tüm yönlerini bir “gölge” olarak taşır. Bu gölge, yüzleşemedikçe büyür ve kişinin kararlarını, ilişkilerini ve yaşam biçimini etkiler.
Ego, bazen insanın kendisini korumak için ördüğü bir duvar, bazen de içindeki yaraların üzerini örten bir perde gibidir. Egosunu aşamayan bir kişi, aslında bu duvarın ardında saklanan zayıflıklarını ve travmalarını göstermemek için çırpınır. Jung’un kuramları, bu çırpınışın bilinçaltında saklı olan geçmiş acılardan ve çözülmemiş duygusal yaralardan kaynaklandığını anlatır. İnsanın içinde yaşadığı çelişkiler ve tutarsızlıklar, bazen bilinçdışında saklanan bu yaraların sessiz çığlıklarıdır.
Böyle bir kişi, bencilliği bir zırh gibi kullanır. Kararlarında ve ilişkilerinde kendi ihtiyaçlarını ön plana çıkararak çevresini kontrol etmeye çalışır. Ama bu kontrol, çoğu zaman bilinçdışında kendini savunmaya yönelik bir mekanizma olur. Regresyon çalışmaları bu noktada devreye girer; çünkü bilinçaltında saklı olan geçmiş yaşamların izlerini gün yüzüne çıkarır. Geçmiş yaşamlar, bazen çözülmemiş bir bağ, bazen bırakılmış bir yük olarak bugünkü benliğe dokunur. Ve ego, bu dokunuşları saklamaya, onları bastırmaya çalışır.
Bir ormanda kaybolmuş bir gezgin gibi düşünelim bu kişiyi. Geçmiş yaşamlarının gölgeleri, onun etrafında dolanıyor. Ama o, bu gölgelerle yüzleşmek yerine karanlıkta daha derinlere doğru ilerliyor. Egosu, onun bir sığınak gibi görünebilir; ama aslında o sığınağın içinde yalnızdır. Jung’un “gölge” kavramı burada devreye girer: bilinçdışında saklanan bu yaralar, yüzleşilmediği sürece kişinin hayatını yönetir. Gözlerinden yansıyan tutarsızlıklar, aslında içindeki karmaşanın sessiz dışavurumudur.
Regresyon çalışmaları, geçmiş yaşamların izlerini çözerek bu tutarsızlıkları anlamaya olanak tanır. Bu çalışmalarda, birey kendi geçmiş hikâyelerine yolculuk yapar. Çözülmemiş bağlarını görür, bastırdığı duygularını hisseder ve o gölgelerle yüzleşme cesareti bulur. Geçmiş yaşamların izleriyle çalışmak, bugünkü acıların ve çelişkilerin kökenlerini ortaya çıkarır. Bu, bir nehirde akıntıya karşı yürümek gibidir; önce zorlar, ama sonra suyun akışı yeniden dinginleşir. Kişi, ego zırhını yavaşça bırakmayı öğrenir.
İyileşme, geçmişten gelen yükleri fark etmek ve onları kabullenmekle başlar. Regresyon çalışmaları bu noktada bir ışık tutar: birey, kendi geçmişini anlamaya başladıkça, bugünkü bencilliğin ve egonun altında yatan korkuları görür. Ve bu korkularla yüzleşmek, onu farkındalığa taşır. Jung’un dediği gibi, bilinçaltına ışık tutulduğunda, o artık insanı yönetmez; aksine, bir rehber haline gelir. Kişi, kendi çelişkilerini bir yolculuk olarak görmeye başlar; her adımda biraz daha özgürleşir.
Sonunda, ego yerini şefkate ve anlamaya bırakır. İçindeki yüklerden özgürleşen kişi, çevresine verdiği zararın farkına varır ve bu zararları şifalandıracak adımlar atar. Regresyon, bu dönüşümü mümkün kılan bir kapıdır. Geçmiş yaşamların gölgeleriyle yüzleşmek, bugünkü bağları daha sağlam bir temele oturtur. Ve bu yüzleşme, hem bireyi hem de çevresindeki dünyayı dönüştürür. Çünkü gerçek iyileşme, geçmişten bugüne uzanan bir köprüdür.
