Doğru bildiğimi, yer ve zaman hesaplaması yapmadan söylemezsem, yaşama fırsatıma ihanet ettiğime inanırım. Böyle olduğu için de söylemem gereken sözüm varsa mutlaka söylerim.
En son İlber Ortaylı’ya koyduğum tepki de bu yaklaşımımın parçasıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken siyasi alınganlık yükseliyor. Böyle dönemlerden çok geçtik. Acı ama gerçek, yıllar akıp giderken değişen çok bir şey yok.
11 Şubat 2002’de, 23 sene önce, “Sizi bilmem, ben kahroluyorum” başlıklı yazımı, KIBRIS Gazetesinde okurlarla buluşturmuştum. 23 sene önce duruşum neyse 23 sene sonra da odur.
Hade yazıyı okuyalım ve 23 senede kaç arpa boyu yol aldığımızı düşünelim.
***
“Önceki akşam, cumartesi ( 9 Şubat 2002), Pazar’a bağlanırken gözlerimi kırpmadan sabahın altısına kadar ekrana takıldım.
“Ceviz Kabuğu” programına telefonla katılmam için aradıkları zaman fazla düşünmeden “Evet” demekte hata yapıp yapmadığımı program akışı boyunca düşündüm.
Bizler de program yaptık, davet edilenlerle ilgili yorum ve itiraz yapımcıyı rahatsız eder.
Ancak bir konuyu ele almada koşullarınızın ötekilerle eşit olup olmayacağı konusunda kuşkunuz varsa nazikçe reddedersiniz biter. Ben onu yapamadım.
Saati yüzde yüz anımsamıyorum ama 03.00’ten sonra programa katılıp düşüncelerimi seslendirme olanağı buldum.
Kimin ne söylediği beni neredeyse hiç alakadar etmez. Kamuoyu izler herkese değerini verir. Ben doğru bildiklerimi seslendiriyorum, onlar da kendi doğrularını.
Bazıları farklı düşünceye saygı bakımından hoşgörülü olmasa da ben tüm görüşlere her koşul altında saygılıyım. Bundan sonra da aynı saygıyı göstermeye devam edeceğim.
İnsanın kendine paralel düşünce ve görüşlere değil, farklı hatta tam karşısındaki görüşlere göstereceği saygı önemlidir.
Zaman zaman müdahale edilmeye çalışılsa da görüşlerimi dile getirdim. Bana aktarılan bilgi Kıbrıs sorununun geldiği aşamanın konuşulacağıydı. Ben de ona göre hazırlık yaptım. Ancak program, katılımcıların ön hazırlıkları doğrultusunda CTP ve Kıbrıs Türk solunu yargılama programına dönüştü.
Kıbrıs Türkü tarihinin en kritik virajından geçiyor. Tüm görüş farklılıklarına karşılık, gereksinimimiz, birlik beraberliktir. Ancak birileri Kıbrıs Türkü’nün düzeyli bir şekilde konuları tartışmasını istemiyor.
Toplumsal uzlaşının sağlanmasından korkanlar var.
Toplumsal barış, olmada gerçekleşir diye ödü patlayanlar var.
Önceki akşam konuşurken siyasi akrabalığım olan CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’la ille paralel şeyler söylemek gibi bir derdim olmadı. Talat’la görüşlerimin örtüşmemesi korkusunu da duymadım.
Yazarken ve konuşurken dört temel prensibe özen gösteririm. BARIŞ, DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ. Zaten siyasi tercihimin temel nedeni de bu prensiplerdir.
Belki önceki akşamki konuşmalarım ve bu yazımdan sonra birileri de bana, aileme, yakınlarıma ya da bana yazma olanağı tanıyanlara saldırabilir. Ne yapalım? Bize düşen her koşul altında çağdaş görüş ortaya koyma çizgisinden uzaklaşmamaktır.
Benim ille de birtakım düşünceleri çürütme iddiam hiç olmadı. Hele şiddete başvurarak yok etmeyi hayal bile etmedim. Her düşünce toplumsal yaşamda bir zenginliktir.
Düşünceler gazeteyle okura taşınacaksa, okuyucu tercihini yapacak, benimsiyorsa alıp okuyacak, benimsemiyorsa almayacak. Bu nedenle de partilerin aldıkları oy ne anlam taşıyorsa, gazetelerin tirajları da bir başka açıdan o anlamı taşıyor.
Eğer radyo ve televizyon programıysa araç, izleyici ve dinleyici sayısı bir noktada ölçü olacak. Kızmaya, hırçınlık yapmaya hiç gerek yok.
Bir kez daha yinelemek istiyorum.
Düşünce platformunda saldırgan üslupları terk edelim. Görüş ve düşüncelerimiz ne denli uzak olsa da çağdaş, insani zeminde iletişimimizi sağlayalım.
Sahip olduğumuz yayın olanaklarını bir başkasına saldırmak yerine, kendi düşüncelerimizi, bakış açımızı kitlelere taşımak için kullanalım. Herkes kendini anlatsın, takdir halka bırakılsın.
Bu satırların yazarı olarak önceki akşam Atv’deki “Ceviz Kabuğu” programında ve kendi basın dünyamızdaki saldırgan yayınlardan ve gerginlikten rahatsızım, rahatsızlığın ötesinde kahroluyorum.
Bu kavga bizi olumlu yönde hiçbir yere asla götürmez.” (11 Şubat 2002–KIBRIS)





