Geriye dönüş yok. Yaşanan hiç bir an ve zaman tekrarlanmayacak.
Asla, bir kez daha öyle içten sevemeyecek gülmeyeceksin ve ağlamayacaksın bu kadar samimi mesela.
Bir daha, o kadar büyük bir acıyla canın yanmayacak.
Bir kez kaybedecek, sonra tekrar kazandığını zannedeceksin sadece.
Bir defa kaybettiğinin, eskisi gibi senin ve senden olmayacağını çok geç öğreneceksin.
Acılar tekrarladıkça, çoğaldıkça, buna da alışacaksın.
Her yeni güçlü acı, seni daha beterine hazırlayacak. Daha kötüsü ne olabilir dedikçe sen. Bambaşka çeşitlilikte, yine alışacağın yepyeni olağanüstü acılar ve sıkıntılar yaşayacaksın.
Sonra hiç bir şey hissetmez olacaksın,
ne ayrılık acısını ne de aşkı.
Güçlendikçe güçlenecek, en acısız ve güçsüz noktanda tükenecek, tepkisizleşeceksin ve yolculuğun bitiverecek.
Geri dönüşü imkansız bir yolculukta.
Çeşit tür vasıtalarla, araçlarla, kimine göre geleceğe, kimine göre sona doğru,
doyumsuz bir iştahla yol alıyoruz paldır küldür.
Hep daha çok, hep bir adım daha, bir kez daha, bir lokma daha, bu son dedikçe, biraz daha, bir çıngıcık daha çılgınlığıyla dizginlenemez bir iştahla ömür yiyoruz, hapır hupur.
Çerme çeşit yolcuların, umutsuzluğun eksi ekseninde, hayalperest olmalarına hayret ediyorum sonra.
Kimler yok ki bu iştahlı yolculukta.
Umut yolculuğu palas pandıras.
Hele dur, sabah olsun her şey düzelecek umutlucuları, yalancı sakinleştiriciler başı çekiyor yani.
Son bir ay, bebek doğsun, kırkı çıksın, önce mis gibi bir oh, sonra da derin bir uyku çekeceğimciler.
Gelecek sene okuldan mezun olunca öyle bir rahatlayacağım ki sorma gitsinciler.
Bir sene sonra bu lanet işler biter ve rahatlarız hayalcileri.
Sabret seçim gelsin elbet biz de bir işe alınırızcılar.
İhale avcıları, avanta düşkünleri, menfaat kollayıcılar.
Şu askerlik bir bitsin, hür general olacağımcılar. Ki askerlik sonrası başlayacak ömürlük, emirlik, tükeniş maceracıları.
Şu falan işim bir hallolursa gençliğimden bu yana hayal ettiğim hayata kavuşacağımcılar.
Hayatı boyunca adadan çıkmayıp veya Türkiye’den ötesine adımını atmayıp, emekli olunca dünya turuna çıkacağım ütopikçileri.
Bir umut işte, ilaç tedavisi çare olmazsa ameliyat sonra kesin rahatlarsın diyor doktorcular.
Kemoterapiden umutluyuz, her şey yolunda gidiyor, atlatacağız inşallahçıları.
Ve bir sene sonra, çok çekmedi, Allah’tan eziyet çekmeden ve çektirmeden rahmetine erdicilerle, yol alıp gidiyoruz işte.
Yaşama tahammül edebilmek için suni sentetik hazlara kendini müptela eden yapay hedonistçiler, yani naylon hazcılar.
Eve dönmek için, yola çıktığı istasyonu çoktan unutmuş bir vagon veya bir güverte dolusu, ömür yolcusu insanlarız epi topu.
Yol aladuruyoruz işte, varacağımız son durağı bilip, bilmezden gelerek eni sonu..
Belki bir göz odacık, aşağı mahallede bir evcik, sosyal konut dairecikleri, banliyö evleri, ucuz konut kiracıları veya her gün bir başka arkadaşta, pansiyonda veya ucuz otellere doluşmuş konuk insanlarlayız.
Ne tür vasıtalarla yol alındığının farkında bile olmayan. Taşıtlar, konutlar, konukluklar dolusu insancıklar.
Çünkü yok tam teşekküllü insanlık artık, o yüzden küçük insancıklarıyız, büyük insanlığın atık.
Çok uzun süredir aynı binek aracın, aynı güzergahında, atlıkarınca seyahatçileri olduklarını bakışlarındaki boş hoşluktan anladım.
Aldıkları yolu, yolun geçtiği coğrafyaları, iklimleri, nehirlerin, köprülerin, tünellerin, dağların adını bilmeyen insanlarlaydım.
Her ayrı istasyonda trenlere, vapurlara, farklı taşıtlara binen. Her yeni yolcuya ne de olsa bir süre sonra inip gidecek, kalabalığa karışacak ve ben onu asla hatırlayamayacağım diye soğuk, uzak, kibirli ve ikircikli davranan insanlarlaydım.
Yolculuk vasıtasına her binen, kendinden sonra aynı yolculuğa dahil olanı yabancısayıp öteliyor.
Yerli yolcu diye bir olgu var da ben mi bilmiyorum diye aşağıladım kendimi.
Ben buralıyım, haddini bil ey yabancı yolcu bakışları altında. Yaşam yolunda, son durağa ulaşma çabasında, tedirginlikler yaşayan yolcularlayım.
Farklı yolculukların, değişik grupların, bambaşka gezegenlerin insanlarıydılar.
Birbirlerini anlamak istemiyor, kabullenemiyor, haz etmiyor, istemiyor gibiydiler.
Birbirlerine değil sevgi hissetmek veya en azından saygı duymak, tahammülleri bile yoktu.
Gözlerinde nefret tohumları filizleniyor. O filiz büyüyüp çiçek açıyor, yemiş veriyor, tohum veriyor, tohum yeniden toprağa düşüyor ve bu nefret ve öteleme döngüsü böylece devam ediyordu.
Karşılıklı olarak, göz temasıyla, tek kelime sarf ermeden, bakış ifadeleriyle birbirlerine nedensiz öfkeler kusuyorlardı. Bakışlarındaki bu öfkeyi, gözlerinden kusmaktan çok.
Sırf birbirlerini yaralamak, ötekileştirmek, ayrıştırılmış hissettirerek, acı çektirmek amaçlı bakışlarındaki kötü ruhu zehirli ok gibi fırlatıyorlardı.
Onlar, bu yolculuğun ve bu müstesna vagonun sahibi ve hakimi gibi dururlarken.
Bu bakışlara maruz kalan diğerleri.
Canları hiçe sayılarak, her an, hızla yol alan zaman treninin pencerelerinden, ani bir karala veya öfkeyle, karga tulumba, yaka paça andan dışarı, hayattan aşağı atılacaklarmış gibi garip bir tedirginlik halindeydiler.
Sahi, umutları, zorlukları, sorunları ve hastalıkları unutup. Nasıl olur da, tüm ortak geçmişi, zor ve acı günleri yok sayıp, aynı dilin ve coğrafyanın insanları bu denli öfkeyle ve birbirine kibirle bakan yaratıklara dönüşürlerdi?!
Yıl olmuş 2025 Temmuz..
Savaşın üstünden 51 yıl, toplu göç yolculuğundan bu yana 50 yıl tüketilmiş. Neden hala sürer, gayrı nefrete gark olmuş bu zoraki beraberlik yolculuğu.
Nasıl olur bu, bir izahı varsa ve bilenler duyuyorsa sesimi, nolur açıklasın.
Hangi ülkenin, hangi cehennemin, hangi zıkkım istasyonunun, hangi lanet peronundan yola çıkmış olduğunu bilmediğim.
Bu tuhaf vagon, bu acayip sosyal birliktelik, bu anormal kitlecilik insanlarının istiflendiği yaşam kabusunda ne işim var benim.
Bu ne idüğü belirsiz, mayası cılk, tohumuna zehir zerk edilmiş yaşamın ve insancıklarının nedir bu akılalmaz travmatik halleri.
1975 yılının Temmuz ayından apar topar koparılıp, 50 yıl sonrasına.. Sorgusuz sualsiz bu güne. Zamanlar arası yolculuk içinde, bu dar, sıkışık, konforsuz öteki, yabancısıl vagona.
Bu en eski hazımsızlık kokulu yalnızlık güvertesi kıyısına. Bu öksüzlük, kimsesizlik yüklü yolcu kervanına.
İnsancıkların, acıklı gurbet filmi platosuna ışınlanmış ruh hallerine, üzülsem mi, acısam mı, gülsem mi bilemedim.
Sonsuzluk durağına yol alan bu yolculukta ne menem bir haldir dönüştüğümüz ahval?
Ve o halde, neyin barışı, kimlerin özgürlüğü ve kimin zaferi böylesi mahpus 51. yaşam durağı.





