Bazen insan, sırf birilerinin hatırasına, duruşuna, ahlakına ulaşamadığı için kin kusar. Çünkü yükselmiş olanı anlamak değil, yere çekmek ister. İşte İlker Özkunt denilen şahsiyet de böylesi bir kini kalem diye eline alıp, adına kitap dediği rezilliği “Dümbük” diye piyasaya sürmüştür.
Bu, bir fikir ürünü değil. Bu, bir hezeyan. Kendi kişisel çöküşünü Denktaş ailesine saldırarak örtmeye çalışan bir ruh hâlinin belgesidir bu kitap. Kendi ailesiyle barışık olamayan, devletle, toplumla, inançla kavgalı birinin yazdığı satırlarda ne fikir olur ne de hakikat. Sadece çürümüşlük olur.
Serdar Denktaş’ın paylaşımı isyan değil, geç kalmış bir tokattır. Bu kadar seviyesizce, bu kadar aşağılıkça kurulan cümleler karşısında susmak; bu ülkeye, bu millete, bu tarihe ihanettir. Çünkü Özkunt, sadece bir lidere değil, aynı zamanda bir halkın ortak hatırasına tükürmektedir.
Kandil gecesinde “g*tüne girsin” diyerek inanca küfreden bir mahlûkun, memleket sevgisinden, düşünce özgürlüğünden, yazarlık onurundan söz etmesi ibretliktir. Askerden atılmış, değerlerinden sıyrılmış, kişisel hayatı darmadağın birinin, kendi yüzüne bakacak cesareti kalmayınca aynayı millete tutması da şaşırtıcı değil.
Ama bilmesi gereken bir şey var:
Bu halk; kendisine küfredenin kalemini kırar.
Bu millet; değerlerine dil uzatanın sesini keser.
Bu memleket; ölmüş bir lidere bile saygı duyamayanı asla affetmez.
Kitabını yasaklasınlar diye meydan okuyan bu zavallı, zaten halk vicdanında çoktan mahkûm olmuştur. Bu saatten sonra ne bastığı kitap, ne attığı tweet, ne de ettiği küfür, o karanlık ruhunu aklayamaz.
O “Dümbük” dediği kitap; aslında kendi aynasıdır.
Ve o aynada gördüğümüz tek şey, yitip gitmiş bir insanlığın enkazıdır.
Unutmasın… Bu topraklarda rezilliğin sesi birkaç gün çıkar, ama onurun izi hep kalır.
Ve biz, o izlerin nöbetçisiyiz.





