Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’dan daha önce de duymuştum.
En son, Kasım 2024’te Brüksel’de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği binasının toplantı salonunda, üst düzey katılımcılara yaptığı konuşmasında da not etmiştim.
“Hristodulidis 49 yaşında başkan seçildi. Haklarımızın gasp edildiği, anayasal statüsü bozulmuş bir yönetimin başkanı olmasına rağmen, dünya liderleri ile görüşecek. Biz ise canımızı yememize rağmen, hak ettiğimiz düzeyde kabul görüp, görüşlerimizi anlatamıyoruz.”
Hatta gülümseyerek bir ekleme yapıp, “İşte Hasan Hastürer de burada. Yazsın bunları.” demişti.
Öz olarak bunlardı Ersin Tatar’ın söylediği. Haksız mıydı? Haksız değildi elbette.
Ancak, haklı olmanız hakkınızın teslim edileceği anlamına gelmez.
Hem haklı hem de güçlü olursanız, hakkınızı alma olasılığınız çok yüksektir.
Güçlü değilseniz, işiniz zor. Güçlü olan, haklı bile olmasa, sizin hakkınızı almanızı önleyerek, kendi haksız kazanım elde eder. Kıbrıs sorunu özelinde durum, aynen böyledir.
***
Kıbrıs sorununa, ‘Milli Dava’ dedik.
Demesine dedik de bu milli davayı, içe dönük nutukların dışında sonuç alıcı bir şekilde savunamadık.
Futboldan bir benzetmeyle maçı, daha güzel oynayan değil, rakibine göre daha fazla gol atan kazanır. Saha kenarında ya da VAR odasında hangi takımın daha güzel oynadığını belirleyecek bir jüri yok.
Doksan dakikanın sonunda skor levhasında kim öndeyse o kazanan taraftır.
***
Rauf Denktaş’ın BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı çok ünlü konuşması var.
Gerçekten sesimizi ve haklılığımızı anlatmıştı. Sonuç? Yok.
***
15 Temmuz’da Makarios’a karşı düzenlenen darbe olmasa ve 20 Temmuz 1974’te Ana Vatan Türkiye barış harekâtını gerçekleştirmeseydi, halimizin ne denli olumsuz ya da kötü olacağını düşünmek bile istemem.
1974 öncesi müzakerelerde neleri kabul ettiğimiz, belgeleriyle açıklansa, ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılır.
***
Kıbrıs sorununda kalemizde kaç gol gördüysek tümü de bizim savunma hatamızdan oldu.
Dahası uzun yıllar, Rum tarafı, biz sahaya çıkmadığımız için hükmen kazandı.
Müzakere masasına adam gibi oturana kadar Rum tarafının pek çok konuda düşüncesinin ne olduğunu bile öğrenemedik, bilmedik.
Müzakerelerle Annan Planı referandumuna ulaşmasaydık, Rumlar, ‘HAYIR’ dediğini uluslararası kayıtlara geçirebilecek miydik?
Elbette geçiremeyecektik.
Masada müzakerelerle Kıbrıs sorununun bir kez daha çözüm yaklaştırılmasıyla, Crans Montana’da masayı yine Rumlar devirmedi mi?
Devirdi.
***
Tabii bu noktada şu soru akıllara geliyor.
‘Rumlar, kritik eşiklerde uluslararası camianın, BM’nin beklentilerine aykırı tutum sergiledi ama yine kazanan olmaya devam ettiler. Neden?’
Nedeni gayet basit. BİZ, ULUSLARARASI SORUN OLAN KIBRIS SORUNUNDA, ULUSLARARASI DİPLOMASİ YÜRÜTMEYİ BİL-Mİ-YO-RUZ.
İşin acı yanı, 1963’ü esas alsak 52 senedir de öğrenemedik.
Başımızdakiler için, iç tribünlere oynamak kolay geliyor.
***
Yine futboldan bir benzetme, EN İYİ SAVUNMA HÜCUMDUR.
Oyunu kendi yarı sahanızda, savunma anlayışıyla kabul ederseniz, kazanma şansınız olmaz, kaybetme olasılığınız da ilk sırada olur. Ana vatanımız Türkiye, Türk tarafı 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’nda, ofansif politikayı tercih edip uyguladı ve kazandı. Genelde askeri başarıyı elde eden taraf, barış sürecini de yönetim, arzuladığı sonucu kalıcılaştırır. Biz, askeri başarıyı, siyasi başarıyla taçlandırmayı başaramadık. Türkiye, müdahale ettiği zaman adada meşru yönetim yoktu. Ne zaman meşru yönetim oldu? Türkiye’nin adaya dönüşüne onay verdiği Makarios adaya dönüp, başkanlık koltuğuna oturduğu zaman. Politikada, bir anlık iradeyle hatalı karar verilebilir. O hatalı kararın bedeli ise yıllarca ödenir. Kıbrıs’ta olduğu gibi.





