1. Haberler
  2. Yaşam
  3. İnsanın Doğumu

İnsanın Doğumu

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Etten ve kemikten, anamın karnındaki karanlıktan ışığa adım atmamın 47. yılına yaklaşırken; ikinci doğumunu gerçekleştirmiş, hakikatin izinde yürüyen bir yolcu olarak biliyorum ki: İnsan dünyaya yalnızca doğmaz, aynı zamanda doğurur kendini.

İlk doğum bedene aittir; ikinci doğum ise ruha…
İlkinde annenin rahmi seni taşır, ikincisinde kendi yüreğin.
İlkinde nefes almayı öğrenirsin, ikincisinde kim olduğunu.
Ve kişi, kim olduğunun bilincine gelmeden ruhun doğumu tamamlanmaz.

Hakikat, karanlıktan ışığa yürüyüşte saklıdır.
Anne rahminin karanlığı seni dünyaya taşır; kalbinin karanlığı ise seni kendine.
Her insan, kendi iç gecesini aşmadan sabahına varamaz.

İkinci doğum sancılıdır. Çünkü orada ne annen vardır ne de seni sarmalayan bir rahim; yalnızca kendinle yüzleşmen, kendi ellerinle kendini doğurman vardır.

Ve o doğumda anlar insan:
İlkinde bedenin açar gözlerini,
İkincisinde ruhun…
Ve insan, hakikati doğurmadıkça tamamlanmaz.

İnsan dünyaya gözlerini açtığında aslında yalnızca bir ihtimaldir. Henüz bir cevherdir, işlenmemiş bir taş, içinde saklı sırlarla dolu bir varlık. Onun kim olacağı; ilk duyduğu ninnilerde, ilk dokunduğu ellerde, ilk duyumsadığı bakışlarda gizlidir. Çünkü bebek, kendisini kendi gözlerinden değil, çevresindekilerin aynasından öğrenir.

Ama işte burada mistik bir sır gizlidir: İnsan, yalnızca gördüğü aynalarla sınırlı değildir. İçinde ona rehberlik eden kadim bir hafıza vardır. Beden doğmadan çok önce yazılmış bir hatırlayış… Bir tür içsel kitap. Çoğu insan bu kitabı hiç açmaz, kimileri ise yolun bir yerinde sayfaları aralamaya başlar.

Çocukluk yılları, bu kitabın üstüne örtülmüş perdeler gibidir. “Sen böylesin” diyen sesler, “Şunu yapmalısın” diye dayatan karanlıklar, insanın içindeki hakikati örter. İnsan büyüdükçe kendi özünden uzaklaşır. İşte bu yüzden çoğu yetişkin, yüzünde başkalarının çizdiği maskelerle dolaşır.

Ama zaman gelir, içte bir çatırtı duyulur. Sessiz bir çağrı…
Bir rüyanın kıyısında, bir kaybın eşiğinde, bir yalnız gecede ya da hiç beklenmedik bir anın ortasında insan kendi kendine sorar:
“Ben kimim?”

O an, ikinci doğumun kapısı aralanır. Çünkü o soru, ruha ait sorudur; bedene değil.

Ve o kapının ardında insan bir yolculuğa çıkar. Bu yol, dışarıya değil, içeriye doğrudur. Kimi bu yolda çocukluk yaralarının karanlığında yürür, kimi bilinçaltının labirentlerinde dolaşır. İnsan kendi karanlığını tanımadıkça, ışığını da bilemez. İşte psikolojinin ve mistiğin ortak noktası buradadır: İnsan hem kendi yarasıdır hem kendi şifası.

İçsel yolculuk, aslında bir hatırlayış yoludur. İnsan hatırlar ki, sevgisizliğin ortasında doğmuş olsa bile, içinde tükenmez bir sevgi kaynağı vardır. Hatırlar ki, ne kadar suçlanmış olursa olsun, kendi özünde masumiyet taşır. Ve hatırlar ki, koşullar onu şekillendirmiş olabilir, ama özünü asla yok edemezler.

O an insan yeniden doğar. Artık bu ikinci doğumda annesi yoktur; kendi kendisinin ebe’dir. Acıyı kabullenen, yarayı saran, karanlığını ışığa taşıyan yine kendisidir.

İşte o noktada insan, insan olur. Artık sadece etten ve kandan değil; bilinçten, ruhtan ve sevgiden ibarettir.

Birinci doğum ona hayatı vermiştir.
İkinci doğum ona anlamı…

Ve bil ki, herkes ikinci doğumun eşiğine gelir.
Kimi korkudan geri döner, kimi ise kapıdan içeri adım atar.
İçeri adım atanlar, artık yalnız yaşamaz; yaşamla birlikte var olur.

 

İnsanın Doğumu
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin
Bize Katılın