“Hiçbir koşul altında acıyı geçmiş olayların cezası olarak görmemeliyiz. Aksine acı, yaratılış düşüncesini edinmemiz için bizi doğru yola getiren Yaradan’ın takdiridir.” — Michael Laitman
Ofiste bilgisayarın başındayken gözüm birden pencereden dışarıya, yol kenarındaki ağacın yapraklarının yeşil tonlarına kaydı. Derken ağacın dallarından gökyüzüne havalanan bir kuşun hareketliliği ile odak noktam değişirken, sabah yaşadığım gergin olayın etkisi ile de bir zamanki benliğimle şimdiki benliğim arasında halüsinatif bir perde oluştu. Gururun, öfkenin, kırgınlığın birer gölgesi önümde dans ediyordu. O an, içimden gelen bir ses “Sabret” dedi; yalnızca sabret, sus, ve bekle.Çünkü zaman, kendi dilinde konuşacaktı.
Bu deneyimi okurken sen de kendi içsel yolculuğunda yaşadığın benzer anıları hayal et. Bu deneyimler, senin ruhsal geçmişini oluşturur: sanki bir zamanlar o tecrübeler, ruhunun kütüphanesinde duran tozlu sayfalardır. Ve senin görevin, o sayfaları yeniden açmak, içlerinde saklı öğretiyi çıkarmaktır.
O zaman bakalım:
O yıllarda yaşanan derin bir acı, belki bir kayıp, belki bir ihanettir. O acı, ruhunda bir yara açar; kolay silinmeyecek bir iz bırakır. Sen büyüdükçe, o yara seninle birlikte büyür. Ama zamanla farkına varırsın ki, o yara aslında senin öğretmenindir. Çünkü senin sabrın, o yaradan beslendi; tahammülün, onun sınırlarında örüldü.
Örneğin, bir arkadaşını yanlış anlamışsındır. Belki o kişi seni kırmıştır; sen de karşılık vermek istemişsin. Ama bir sabah, o kırgınlığın gölgesinde hissettiğin sıkışmışlığı fark edersin. O gün, susmayı seçersin. İçinden fısıldarsın: “Bekleyeceğim.” Ve beklersin. Günler geçer, sen bekledikçe, zihnindeki sorular yankılanır: “Neden bu tepki? Neden bu acı?” Ama cevaplar hemen gelmez. Belki cevaplar seni değil, sen cevapları takip edeceksindir. Zihnin, kalbin, ruhun bu bekleyişte olgunlaşır.
Sabır, senin zamanla kurduğun bir dosttur. Belki ilk başta sabır sana ağır gelir; her gün sınar seni. Ama sen devam ettikçe, sabır sana huzurun dilini öğretir. Ve tahammül… Tahammül, başkalarına gösterdiğin bir neme lâzım ilâç gibidir, fakat gerçek muhtevası kendine gösterdiğin anlayıştır. Başkasının kusuruna katlanman, aslında kendi kusuruna gülümseyebilmektir.
Geçmiş hayat deneyimlerin, senin ruhunun haritasını çizer. Belki bir önceki dönemde, çok daha ağır sınavlarla karşılaşmışsındır; yalnızlık, ölüm, ayrılık gibi sınavlarla. Bu sınavlar şimdi sana sabır ve tahammül biçiminde yeniden geliyordur. Tıpkı bir öğretmenin, öğrencisine benzer soruyu farklı bir bağlamda tekrar sorması gibi. Her sınav, ruhuna verdiğin cevaptan değer kazanır. Ve sen sabrettikçe, tahammül ettikçe, ruhsal tekamülün derinleşir.
Şimdi dur ve düşün: Hangi anlarda sabretmek zor geldi? Hangi ilişkide öfken, sabrını zorladı? O anları zihninde bir tiyatro gibi sahneye koy. İzle, sessizce dinle, gözlemle. Belki sana öfke fısıldıyor; belki gurur bağırıyor. Ama sen sadece dinle. Belki ses gelmeyecek, belki bu sessizlik kendi sesinden daha güçlü olacaktır.
Unutma: bu yolculukta sabır ve tahammül, senin kendinle barışma vesikan olur. Geçmişin yüklerini incelikle omuzlarında taşırken, geleceği umutla dokursun. Ruhsal tekamülün, sabırla yoğrulan, tahammülle beslenen bir çiçek gibidir: en zor kış günlerinde bile kökünü güçlü tutar, baharı bekler.
Şimdi senin için bir adım öneriyorum:
* Bir kırgınlık, bir tepki hissettiğinde, “ben bu duyguyu gözlemleyeceğim” de.
* Geçmişin seni yaralayan sayfalarını yeniden açmaya cesaret et fakat bu kez sabır ve merhametle.
Hikâyeni sen yazıyorsun; her sabrın ve tahammülün, bu hikâyeye derin bir anlam kazandırıyor. Ruhun bugünden itibaren daha ağır ve daha huzurlu adımlarla ilerlesin.





