Bazen insan kendine söz verir…
“Yarın başlayacağım.”
“Bu kez gerçekten bırakacağım.”
“Bir daha aynı hatayı yapmayacağım.”
Ve sonra o “yarın” gelir ama içimizdeki o görünmez direnç yeniden sahneye çıkar.
İşte o an, iradenin ne kadar gelişmiş olduğu belli olur.
İrade, çoğumuzun zannettiği gibi sadece “dayanma gücü” değildir. Koçluk bakış açısı ile irade, niyet ile eylem arasındaki köprüdür. Bir şeyi “istemek” zihinsel bir süreçtir ama “yapmak” bedensel, duygusal ve ruhsal bütünlüğün devreye girmesidir. Bir kişi bir hedef belirlediğinde, o hedefe giden yolda ilk sınav hep aynı olur: Kendinle olan iç savaş.
Bir taraf “Hadi, yapabilirsin” derken, diğer taraf “Zaten başaramazsın” diye fısıldar. Bu iki sesin arasında kalan kişi genelde yorulur, sonra pes eder. Ama farkında mısın, pes etmek çoğu zaman iradesizlikten değil, ruhsal yorgunluktan gelir. Yani, irade zayıf olduğu için değil; kalp, niyetinle bağlantısını kaybettiği için durursun.
Spiritüel öğretiler, iradeyi “ruhun kası” olarak tanımlar. Tıpkı kaslar gibi, kullanılmadıkça zayıflar; kullandıkça güçlenir. Yani irade, ruhsal bir kas sistemidir. Ve bu kası geliştirmek için, her gün minik eylemlerle kendine verdiğin sözleri tutmak gerekir.
Mahatma Gandhi’nin şu sözü bunu çok güzel anlatır:
“İrade, düşünceyi eyleme dönüştüren güçtür. Zihinle kalp aynı yöne bakmadıkça, irade dağılır.”
Gandhi’nin bahsettiği “dağılma”, aslında modern insanın en temel sıkıntısıdır.
Bir şeyi isteriz ama aynı anda bin farklı yöne bakarız. İçimizdeki enerji dağılır, çünkü karar verirken bütün benliğimizle orada değiliz.
Koçlukta, bir hedef belirlemek yeterli değildir; niyetin kalitesi daha önemlidir. Bir danışan “Sigarayı bırakmak istiyorum” dediğinde, koç ona “Niçin?” diye sormaz yalnızca. “Niçin şimdi?” diye sorar. Çünkü irade, “şimdi” ile ilişki kurduğunda ortaya çıkar. Geleceğe ertelendiğinde ya da geçmişin suçluluğuna bağlandığında, enerjisini kaybeder.
İrade, zorlukla değil, anlamla beslenir. Eğer yaptığın şeyin içsel bir anlamı varsa, o zaman zihin değil, ruh sürücü koltuğuna geçer. Bu yüzden iradeyi güçlendirmek, bir disiplin meselesi kadar bir bağ kurma meselesidir. Kendinle, değerlerinle, inançlarınla bağ kurabildiğinde; iraden sadece dayanıklılık değil, yön duygusu kazanır.
Birçok kişi iradeyi sert bir kavram olarak algılar: “Kendini zorla, diren, sabret.” Oysa irade, sabırla zorlamanın birleşimi değildir; bilinçle uyumun birleşimidir. Koçlukta “zorlamak” değil, “hizalanmak” ile ilgili farkındalıklar kazandırılır. Yani niyet, duygu, düşünce ve eylemin aynı hatta buluşması. İşte o hat, senin “irade çizgin”dir.
Tasavvufta irade, insanın “nefsin arzularına karşı Hakk’ı seçme kudreti” olarak tanımlanır. Yani irade, bir yön seçmektir. Bilinçsiz seçimlerimizin çoğu, kısa vadeli hazları hedef alır. Ama derin irade, kalıcı huzuru gözetir. Bu fark, dünyevi iradeyle ruhsal irade arasındaki sınırı çizer.
Mevlânâ şöyle der:
“İrade, gönlün pusulasıdır. O pusula doğruya dönükse, yolda kaybolmazsın.”
Bu söz, insanın iradesinin aslında “doğru yönü hatırlama” yetisi olduğunu hatırlatır.
Yani irade, seni sadece bir hedefe ulaştırmaz; kendine geri döndürür.
Spiritüel açıdan bakıldığında irade, benliğin teslimiyetiyle başlar. Bir şeyi kontrol etmeye çalıştıkça değil, içsel teslimiyeti buldukça güçlenir. Çünkü gerçek irade, “her şeyi ben yaparım” diyen egonun değil; “ben niyet ederim, hayat benimle birlikte yapar” diyen ruhun dilidir.
Birçoğumuz irade zayıflığını “disiplin eksikliği” zannederiz. Oysa çoğu zaman mesele öz şefkat eksikliğidir. Kendine sürekli baskı kuran bir zihin, bir noktada isyan eder. İrade, kendini cezalandıran değil, kendine sadık kalan bir bilincin ürünüdür.
Bir gün kendini yorgun hissettiğinde, hedeflerinden uzaklaştığında veya yeniden başlamak zor geldiğinde hatırla: İrade, mükemmel olmakla ilgili değildir. İrade, tekrar ayağa kalkmayı seçme kudretidir. Ve o kudret, her insanda vardır. Yalnızca fark edilmeyi, beslenmeyi ve sevgiyle yönlendirmeyi bekler.
Hayat, bize her gün irademizi sınayacak küçük sahneler sunar. Bir sabah erken kalkmak, birine dürüst davranmak, kendine dürüst olmak, bir alışkanlığı bırakmak… Bunların her biri bir “irade anı”dır. O anlarda neyi seçtiğin, kim olduğunu değil, hangi bilince hizmet ettiğini gösterir.
İrade, dış dünyanın taleplerine karşı bir savunma değil; iç dünyanın kararlılığıdır. Ve en güçlü irade, kalple uyumlu olandır.
Nietzsche der ki:
“Kendini yönetebilen, dünyayı da yönetir.”
İrade, işte bu kendini yönetebilme sanatıdır.
Bazen durarak, bazen akarak, bazen teslim olarak…
Ama daima farkında kalarak.
İrade, kalbin yönüyle hizalandığında mucizeler sıradanlaşır.
Sevgiyle kalın…





