Bazen insan, ışığını korumak için karanlığa yaklaşmak zorunda kalır.
Ben de o dönem tam olarak oradaydım.
Hayat, bana insan olmanın ne kadar ince bir denge olduğunu gösteriyordu.
Bir yanda yürekten inandığım değerler — sevgi, şefkat, dürüstlük, adalet —
diğer yanda bu değerlere aldırmadan yaşayan,
yalanı doğallık, çıkarı akıllılık, bencilliği ise “kendini koruma” sanan insanlar…
İlk zamanlar onlara kızıyordum.
“Ben doğru olanı yaparken neden onlar bu kadar rahat?” diyordum kendi kendime.
Sonra fark ettim ki, ben onların yansımasıyla değil, kendi sınavımla yüzleşiyordum.
Çünkü ışığın da kendini tanıması için bir karanlığa ihtiyacı var.
Bir gün biri bana öyle bir haksızlık yaptı ki,
o an içimden bir ses “Artık sen de onun gibi davran, yoksa ezilirsin.” dedi.
O sesin tonu o kadar ikna ediciydi ki neredeyse inanacaktım.
Ama sonra içimde başka bir ses — daha derinden gelen, daha dingin olan — fısıldadı:
“Sen onun gibi olursan, onu değil, kendini kaybedersin.”
Yine de bazen, “bilinçli” şekilde kurnaz oldum.
Evet, kabul ediyorum.
Kötüye karşı, onun dilinden konuşmaya kalktım.
Ama fark ettim ki, kötünün diliyle konuştuğunda
kelimeler senin ağzında bile acıya dönüşür.
Çünkü bu yol, niyetin ne kadar iyi olursa olsun
senin frekansını aşağıya çeker.
Ve sonunda, kötülüğe karşı koyayım derken
senin ışığın kararır.
Zamanla şunu öğrendim:
Kendini savunmak, kötülüğü taklit etmek değildir.
Bilinçli bir duruş, karşıdakini alt etmek değil,
kendi içindeki barışı korumaktır.
Bazen bu, susmak olur.
Bazen mesafe koymak.
Bazen de “ben senin oyununun parçası değilim” diyebilmek.
Çünkü bilinçsizce kötü olan birine karşı
bilinçle kötü olmak, seni aynı oyuna dahil eder.
Oysa senin yolculuğun oyun kurmak değil,
kendini insan kılmaktır.
Bu yol, sabır ister, yavaşlık ister,
ama en çok da içsel temizlik ister.
Ben artık kötüye kötü olarak değil,
kötülüğü anlamaya çalışarak yaklaşıyorum.
Onun içindeki sevgisizliği, korkuyu, eksikliği görmeye çalışıyorum.
Ve bazen sadece şunu söylüyorum içimden:
“Sen kendi bilincinle yaşa, ben kendi ışığımla yürürüm.”
Çünkü Carl Gustav Jung’un dediği gibi..
“Karanlıkla savaşılmaz, ışık yakılır.”
O günden beri kendime her sabah şu soruyu soruyorum:
“Ben bugün ışığımı korumak için hangi sınırları sevgiyle çizebilirim?”
Ve bu soru, bana her defasında aynı cevabı fısıldıyor:
Savaşma, parlamaya devam et.
Çünkü sen ışığını korudukça,
karanlık kendi anlamını yitirir.





