Yüreklerimizde tarifi imkansız bir yara açan, sırf kokuşmuş bir rant hırsı uğruna çocuklarımızın, arkadaşlarımızın katledildiği bugünleri görecek kadar yaşadığımıza, nefes aldığımıza bile bizi pişman eden 6 Şubat felaketinin üzerinden tam 22 ay geçti, acısı dinmedi, dinmesi de mümkün değil, aksine her geçen gün daha da artıyor…
3 Aralık’ta katliamın sorumlularının adalet önünde hesap vermesi için beşinci kez duruşma yapıldı!
Katliamın sorumlularının tümü ve avukatları, tıpkı geçmiş duruşmalarda olduğu gibi, yine insanlığın yüzkarası olduklarını kendilerine tanınan savunma hakları çerçevesinden çıkarak, bir kez daha ortaya koydular, ki bu hiç şaşırtıcı değildi…
Anaları, babaları teşhis çadırlarında evlatlarının mahvedilmiş vücutlarına bakmaya mahkum eden ve bütün kötülüklerine rağmen acımasızca “Adıyaman’da elli bin kişi öldü, siz 72 kişinin peşine düştünüz” diyebilen acımasız, vicdansız, her şeyi ve yaşam hakkını rant hırsının arkasına koyan bir zihniyetten daha iyisi zaten beklenemezdi!
Onlar ve onlar gibi olanlar insanlığın, vicdanın, ahlağın yüzkarası olmasalardı, insanlığı yıkmadan önce ahlağı yıkmasalardı, bugün bu satırlar yazılmaz, bu felaket yaşanmaz, çocuklarımız ve daha yüzbinlerce, hatta milyonlarca insanın hayatı perişan edilmezdi…
ADIYAMAN DEPREM KUŞAĞINDA, BİRİNCİ DERECE DEPREM TEHLİKESİ ALTINDA BULUNAN BİR YERDE VE İSİAS DENEN KATLİAM UCUBESİNİ YARATANLARIN, YARATILMASINDA KATKISI OLANLARIN TÜMÜ DE BUNU KESİNLİKLE BİLİYORDU!
Buna rağmen, inşaatı ucuza getirmek için betonundan demirine kadar her türlü malzemeden çalarak, çırparak, en adi inşaat malzemesiyle, ki kullanılan malzemeye inşaat malzemesi bile denemez, aile apartmanı olarak inşa edilen, karkası yıllarca atıl kalan, tepeden tırnağa eriyip çürüyen, neticede tehlikeli bina olarak mühürlenen, ve derhal yıkılması gereken bina ucubesinin MÜHÜRÜNÜ TORPİLLE KIRDILAR!
Düşünebiliyor musunuz, tarifsiz bir sahtekarlıkla, tepeden tırnağa kanun ve bilim dışı bir şekilde yapılan, neticede inşaatı durdurulan ve atıl kaldığı sürede erip çürüyen bina karkası belediye tarafından mühürlendi ve daha sonra TORPİLLE BU MÜHÜR KIRILDI…
Hemen arkasından da, kamudaki suç ortağı hilebaz katiller çetesiyle birlikte akıl almaz bir sahtekarlıklar ve hilebazlıklar silsilesiyle, derhal yıkılması gereken ucubeyi otele çevirdiler!
Yetmedi, bina ucubesinin zemin kat projesi dikkate alındığında, ucubenin yıkıldığı tarafa doğru araç parkı yapmak, girişe dekor yapmak ve asma kat yapmak için en az 7 kolon kestiler, sonradan ucubenin altına inşa edilen araç parkı için de mevcut kolonları traşladılar!
Bütün bu detaylar maalesef ki son bilirkişi raporuna girmedi, ama otel ucubesinin çeşitli zamanlarda içten ve dıştan çekilen tüm fotoğraflarında bu ayrıntılar apaçık bellidir!
Yetmedi, otele çevirdikleri ucubenin odalarındaki atık su tesisatı için kolonları ve kirişleri delik deşik ederek boruları geçirdiler, kısacası binanın zaten olabilecek en sakat durumda olan kolon ve kiriş sistemini kevgire çevirdiler, bırakın depremi filan, basit bir çekiç darbesiyle anında yıkılacak hale getirdiler!
Yetmedi, kimi kolon ve kiriş müsveddesine çamaşır telinden farksız demir koydular, kimilerine nervürlü ve nervürsüz demiri, üstelik birbirinden farklı çaplarda aynı anda kullandılar, kimi kolonların içine beton değil, ne buldularsa doldurdular!
Yetmedi, çürük bina ucubesinin içerden omurgasını çatır çatır parçalayarak, kaçak asansörler yaptınız, zaten sakat olan taşıyıcı sistemi tamamen bitirdiler!
Yetmedi, kendiliğinden yıkılması bile artık an meselesi olan ucubeye kaçak kat çıktılar, ucubenin durumunu gizlemek için de dış cephesine süs ola giydirme yaptılar, ucubeye en az bin ton fazladan yük bindirdiler!
Yetmedi, sıvılaşmış, gevşek zemine inşa edilen uyduruk ucubenin zaten statik açıdan çürük olan bodrumuna kaçak yüzme havuzu yaptılar, su depoları koymak için kimbilir ne haltlar ederek alan açtılar!
İsias denen ucubeyi tarifsiz bir sahtekarlık ve ahlaksızlıklar silsilesiyle inşa ederken başından sonuna kadar hiçbir bilimsel kural ve kanun tanımadılar, ben yaparım olur dediler, bütün yaptığınız sahtekarlıkları ve ahlaksızlıkları tamamen bilinçli olarak yaptılar, felaketi bile bile, göz göre göre getirdiler!
Deprem merkez üssü denen noktada gerçekten şiddetli olsa da, yüz kilometreden daha uzak bir mesafede gerçekleşti, deprem dalgaları Adıyaman’a ulaşıncaya kadar şiddeti kesinlikle merkez şiddetinin çok altına düştü, muhtemelen Adıyaman’a ulaştığında şiddeti en fazla 6 idi veya daha düşüktü, ama ucubenin ilk sarsıntının hissedilmesinden sonra tuzbuz hale gelmesi sadece 2 saniyede gerçekleşti!
Deprem anında uyumayan, ilk sarsıntıyı hissederek yatağından kalkan arkadaşımız kıpırdamaya bile vakit bulamadan bina üzerlerine çöktü, yatağın yanındaki dolabın yanına büzülecek vakti ancak bulabildi, kurtulabilmesi bir mucizeydi.
Rant uğruna bile bile, göz göre göre yapılan sahtekarlıkların, hilebazlıkların, ahlaksızlıkların sonucu tam bir felaket oldu…
İsias denen ucube yaratılırken bile isteye, göz göre göre yapılan sahtekarlıkların tümü de rant uğruna kasten yapıldığı için neticesi olası kast bile değil, düpedüz DOĞRUDAN KASTTIR!
Ahmet Bozkurt savunmasında benim bunlardan haberim yok, alakam yok diyor!
Güya bütün bu sahtekarlıklar, kanunsuzluklar, akıl mantık dışı işler kendisinin ve otelde ortaklığı olan yakın akrabalarının haberi olmadan yapılmış!
Savcılık mütalaasında, otelin işletmeye açıldığı günden itibaren yapılan hataların ve kullanılan malzemelerin kusurlu olduğunu, depreme dayanıklı olmadığının tüm sanıklar tarafından öngörülebilir durumda olduğunu vurguladı, ama otel olarak işletmeye açılmadan önce bina ucubesinin ne halde olduğunu, yıllarca atıl kalarak hurdaya döndüğünü ve derhal yıkılması gerektiğini, tehlikeli bina olarak mühürlendiğini, bütün bunlara rağmen bir yolu bulunarak, ki o yol da yolsuzluk ve hilebazlıkla karışmış torpildir, bina ucubesinin otele çevrildiğini ve hizmete sokulduğunu yeterince veya hiç vurgulamadı, unuttu!
Savcı, bu durumun “olası kast” kapsamında değerlendirilebileceği yönünde yorumlara rağmen, Bozkurt ailesinin otelde konaklamasının sanıkların durumu kabullenmediğini gösterdiğini ve bu nedenle suçun “bilinçli taksir” kapsamında ele alınması gerektiğini savundu.
Savcılık bilinçli taksir üzerinde dursa da, gerçek ortadadır, sanıkların durumu kabullenmediği, neticenin gerçekliğini hiçbir şekilde değiştirmiyor, sanıklar durumu kasten, bile isteye, sırf rant uğruna kabullenmedi diye ortaya çıkan netice tam bir toplu katliamdır!
Savcının ve mahkemenin üzerinde durması gereken esas nokta, sanıklarının aymazlığına “olası” bahaneler uydurmak değil, sanıkların aymazlığının kesin neticesi olan toplu katliama ceza biçmektir!
Durum vahimmiş de, sanıklar durumu kabullenmemiş, ona göre de davranmış ve göz göre göre felaket yaşanmış!
Bunun neresi bilinçli taksir veya olası kasttır, bu doğrudan doğruya cahil cesaretiyle ortaya konan bir kasttır!
Sanıklar böyle bir sonucu istemiyorsaydılar, bütün bu sahtekarlıkları vicdansızca, sahtekarca, sorumsuzca yapmayacaklardı!
Yaptılarsa, ve otel ucubesinin rantına da ortak oldularsa, sonucu da başından kabullendiler demektir!
Alpargün davasına bakan mahkeme bütün bunları ortaya koydu ve sanıklara olası kasttan ceza verdi!
Alpargün davasında işin özeti şuydu; “insanlar senin yaptığın binaya güvendi ve içine girdi, senin yaptığın sahtekarlıklar sayesinde bina yıkıldı ve insanlar öldü…Sen sahtekarlıkların sayesinde bu binanın yıkılacağını ve insanların ezim ezim edilerek katledileceğini peşinen biliyordun, buna rağmen yaptın, o halde bu yaptığında kasıt vardır, bu neticenin olmasını istemiyorsaydın, bu kötülükleri yapmaz, insanları katletmezdin, insanlar katledildiyse, bu tamamen senin bile isteye, kasten yaptığın hataların sonucudur…”
Mahkeme bunları detaylı bir şekilde açıkladıktan sonra sanıklara olası kasttan ceza verdi, doğru da yaptı!
Artık bu kötülüğe hak ettiği şekilde birileri dur demeliydi ve Alpargün davasına bakan mahkeme yargıçları önce insan, sonra da adalet dağıtıcısı oldukları bilinciyle hareket ettiler ve sanıklara hak ettikleri cezaları verdiler, bu da vicdanlarda bir umut doğurdu!
Ancak İsias davasında, ki Alpargün apartmanından çok daha kötü yapılmıştı ve bu da herkes tarafından biliniyorken, her türlü kötülük ve sahtekarlık ayan beyan ortadayken, yine, savcının iddiasına göre, İsias denen katliam ucubesi işletmeye açıldığı günden itibaren yapılan hataların ve kullanılan malzemelerin kusurlu olduğu, depreme dayanıklı olmadığı tüm sanıklar tarafından öngörülebilir durumdaymış, ama sanık Bozkurt ailesi durumu kabullenmeyerek otelde konaklamaya devam etmiş, bu da bilinçli taksir kapsamına giriyormuş!
Yani savcılık, insanları rant uğruna, göz göre göre, bile bile bir ölüm tuzağına sokan ve neticede 72 insan evladının, dahası, insanlığın katledilmesine sebep olan Bozkurt ailesinin otelde konaklamasını, Bozkurt ailesi lehine hafifletici bir sebep olarak görüyor ve bu doğrultuda cezalandırılmalarını talep ediyor!
Sanıkların davranışı, olsa olsa sahtekarlıklarını kamufle etme ve cahil cehaletiyle yorumlanabilir, başka da bir yorumu olamaz.
Otel ucubesinin gerçek durumu insanlar tarafından bilinseydi, değil bir insan, bir karınca bile o bina müsveddesinden içeri adım atmazdı!
İnsanları bile bile, göz göre göre bir ölüm tuzağına çeken ve katleden katiller sürüsü bunun olacağını biliyormuş ama böyle bir netice istemiyormuş!
Var mı böyle bir dünya!
Var mı böyle bir saçmalık!
Var mı böyle bir özür veya hafifletici sebep, ya da olabilir mi!
Öngördüğü neticeyi istemiyorsa, o eylemi yapmayacak kardeşim!
Yapıyorsa bile isteye, kasten yapıyordur ve kasten de yapmıştır zaten!
Netice de ortadadır, sadece İsias’ta değil, 11 ilde insanlık tarihinin gördüğü en büyük katliam sadece birkaç saniye içinde yaşandı, 40 bin bina müsveddesi anında tuzbuz oldu, 14 bininde hiçbir yaşam belirtisi bulunamadı, 26 bininde bulundu, onların da kaçta kaçı kurtarılabildi, orasını Allah bilir…
Bütün bu felaketin sebebi ahlaksızlık, sahtekarlık, kanun kural tanımamazlık ve kokuşmuş rant hırsı ve yıllar yılı adalet sisteminin bütün bu ahlaksızlıklara göz yumması, aklamasıdır, başka da bir şey değildir…
Alpargün davası ilk defa bu gidişatı tersine çevirdi ve bütün gerçekleri haykıran ve emsal olacak bir neticeyle sonuçlandı!
Geçmişi bırakıyorum, 1999 depremlerinden itibaren adalet sistemi sırf rant uğruna bina yapımında ve denetlemesinde her türlü ahlaksızlığı ve sahtekarlığı yapanlardan Alpargün davasındaki gibi çatır çatır hesap sorsaydı, bugün bu felaketlerin hiçbiri yaşanmamış, ahlaksız katiller sırf rant uğruna insanlığı katletmemiş, insanlık katledilmemiş, kaybettiğimiz sevdiklerimiz de hala bizimle olurdu…
3 Aralık’ta bir kez daha gördük ki, her şey ayan beyan ortadayken, hukuk ve adalet sistemi hala tökezliyor, hala bu katliamın faillerinin üzerine hak ettikleri şekilde gidemiyor, üstüne üstlük, sahtekar katiller çetesi ve savunucuları, evlatlarını kaybederek paramparça olmuş ailelerin yüreklerine acımasızca tuz basma cesaretini ve fırsatını da buluyor, adeta yarım bıraktıkları işi bitirme gayretine giriyorlar…
İnsanlığı katlettiler, insan evlatlarını katlettiler, geriye kalanları da katletseler ne olur ki, değil mi!…Kötülüğün zihniyeti işte budur, değişmez de!
Zaten en iyi yaptıkları iş bu, sırf rant uğruna her türlü ahlaksızlığı, vicdansızlığı yaparak, insanlığı göz göre göre, bile isteye katletmek!
Hani geçen duruşmada, insanları teşhis çadırlarında evlatlarının ezim ezim edilmiş vücutlarını çaresizlik içinde izlemeye, teşhis etmeye mahkum eden o kokuşmuş, o vicdansız, o ahlaksız zihniyetin temsilcileri tüm acımasızlıkları ve ahlaksızlıklarıyla dediler ya, “elli bin kişi öldü, siz 72 kişinin derdine düştünüz!”…Ve işin daha da acı tarafı, mahkeme insanlığı bir daha acımasızca katleden, acılı ailelerin yüreklerine tuz basan bu ahlaksız, vicdansız saldırılara gereken cevabı anında vermedi, veremedi!
İnsanlığı teşhis çadırlarına mahkum eden bu tarifsiz derecede kötülük dolu, vicdansız, sorumsuz zihniyet bizim için değil bir canın, çocuklarımızın, can parçalarımızın, insanlığın saçının bir telinin bile, dahası, her türlü yaşam hakkının nasıl bir değerde olduğunu bilmiyor, bilemiyor, bilmemesi de gayet doğal, çünkü rant hırsından kokuşmuş ruhları ranttan, maddi çıkardan başka hiçbir şey görmüyor…
İsias katliamının baş aktörü Ahmet Bozkurt, hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bütün ahlaksız, vicdansız, Allah korkusu olmayan sahtekarların yaptığı gibi bütün suçu Allah’a, kadere yükledi, hiç utanıp sıkılmadan Kur’an’a atıfta bulunarak depremin Kur’an’ın gerçeği olduğunu ve kendisinin de sağlam bir Müslüman olduğunu, dolayısıyla da hiçbir suçu olmadığını iddia etti!
İsias denen otel ucubesinde yıllar boyunca yapılan bütün kanunsuz, kuralsız, bilim dışı, akıl dışı sahtekarlıklardan sanki ne kendisinin ne de otelin rantını yiyen sülalesinin haberi yok, görmediler, duymadılar, bilmediler, zaten depremde ezim ezim olarak ölmek de Kur’an’da var, kaderde var, işte bu kadar!
Evlatlarımızı, dostlarımızı, tanıdığımız tanımadığımız onca insanı bunların rant hırsı uğruna kaybettik, teşhis çadırlarında evlatlarımızın katledilmiş vücutlarına çaresizce bakmaya mahkum edildik, yetmedi, bir de bizi aptal yerine koyuyorlar!
Yine yetmedi, tüm pişkinlikleriyle, tüm yüzsüzlükleriyle suçu Allah’a, kadere, Kur’an’a, inançlara yüklüyorlar!
Üstelik de bu pişkinliği hesap verdikleri mahkemede yapıyorlar!
Bu zihniyete göre kanun, kural, bilim, sorumluluk, vicdan önemli değil, önemli olan “sağlam Müslüman” olmak, Kur’an’da işine gelen (aslında olmayan) şeyi bilmek!
Yine yetmedi, Ahmet Bozkurt efendi ve sülalesi, İsias denen ucubeyi yıllar boyunca yaratırken ve kendiliğinden yıkılacak hale getirirken her şeyi kendi keyiflerine göre ısmarlama yaptıkları için 9 Eylül ve İTÜ’nün hazırladığı son teknik raporu da “ısmarlama rapor” olarak ilan etti ve hiçbir şeyi kabul etmediğini ifade etti!
Yani, raporu hazırlayan ve yaptıkları tüm ahlaksızlıkları, sahtekarlıkları, sorumsuzlukları katiller çetesinin yüzüne tek tek vuran akademisyenler sahtekar, kendisi ve İsias ucubesini yaratan, yaratılmasında ve katliamda doğrudan payı olan tüm katiller çetesi doğrucu Davut, mağdur olmuş masum garibanlar!
Kimse kusura bakmasın, adalet ve hak savunuculuğu bu değildir!
Hiç kimsenin evlatları katledilmiş, teşhis çadırlarına mahkum edilmiş ailelerin yarasına daha fazla tuz basma hakkı yoktur, böyle bir hak savunma adı altında olsa bile, hiç kimseye verilemez!
Herşey ayan beyan ortadayken, mağdurun genel olarak her seferinde manevi yönden daha da mağdur edildiği, adaletin tarafsızlık kisvesi altında suçlunun mağduru daha da mağdur etmesine fırsat verildiği, adaletin önceliği olan mağduru koruma, kollama gibi bir pozisyonunun olmadığı, aksine suçlunun suçunu hafifletmek için bahane üstüne bahane üretildiği bir durum söz konusu, ve işte bu yüzden özellikle mağdur tarafında kimse adalete güvenmiyor, güveniyor gibi yapıyor, güveniyor gibi konuşuyor, ama gerçekte kimse yeterince güvenmiyor, güvenemiyor…
Adalete güvenin bittiği veya erozyona uğradığı yerde de suçlular azdıkça azar, mağdurlar ezildikçe ezilir, kötülüğün önüne asla geçilemez…
Hangi cezayı alırlarsa alsınlar, isterse ipe çekilsinler, Adıyaman meydanlarında sallandırılsınlar, ki bunu topyekün hak ediyorlar, İsias katliam ucubesinde kaybettiğimiz çocuklarımız, insanlarımız, katledilen insanlık bir daha geriye gelmeyecek, bunu biliyoruz…
Bunu bildiğimiz için de mevcut yasalar çerçevesinde alabilecekleri en ağır cezayı almalarını istiyoruz, ki bu ceza emsal olsun, bir daha hiçbir vicdansız sahtekar sırf rant uğruna insanlığı katletmeye cesaret edemesin, bizim evlatlarımız gibi başkalarının evlatları ve insanlık katledilemesin…
Gerek İsias davasında, gerekse diğer benzer deprem davalarında mahkeme heyetinin (heyetlerinin) omuzlarındaki yük artık hukuk kapsamını aşmıştır, bu yük o kadar ağırdır ki, adalet temsilcileri ya bu yükü kaldırdıkları anda insanlığı da rantçı ahlaksızların kokuşmuş dünyasından kurtaracaklar, insanlığın bir daha bu şekilde bile isteye katledilmesini engelleyecekler, ahlaksız, vicdansız, acımasız rant sevdalılarının da kötülüğünü kendi kafalarına yıkacaklar ya da insanlık rant hırsı uğruna acımasızca katledilmeye devam edecek…
Adalet temsilcilerinin insanlığı ve mağduru koruma yetkisi ve gücü vardır, Alpargün davasında bu iradeyi ve sorumluluğu gördük, ancak yetmez!
İsias ve diğerlerinde de aynı kararları emsal olarak görmemiz lazım ki gözümüz arkada gitmesin, çocuklarımızın ve gelecek nesillerimizin sırf rant uğruna ahlaksızca, vicdansızca katledilmeyeceğini bilelim, emin olalım, evlatlarımızın, insanlarımızın ezim ezim edilmiş vücutlarına çaresizce baktığımız teşhis çadırları artık kaderimiz olmasın…