Birkaç sene yapımı süren, resmi adıyla Cumhurbaşkanlığı-Meclis Yerleşkesi, nam-ı diğer Külliye, 3 Mayıs’ta bizim siyasilerin, Türkiye’den gelen siyasilerin ve Türkiye’den getirilen “taşıma katılımcının” katılımıyla açıldı…
Başından beri Kıbrıs Türk toplumunun hiçbir kesimi, ne sağcısı ne de solcusu, bu yerleşkenin Türkiye tarafından yapımını desteklemedi, kabullenmedi.
Bu kabullenmeyişin sebebi, öyle iddia edildiği gibi AKP iktidarı tarafından yaptırılıyor olması filan değildi…Bu kabullenmeyişin sebebi, Türkiye maddi olarak çok zordayken, maliyesi kevgire dönmüşken, 6 Şubat felaketinin etkileri hala sürerken ve deprem bölgesinde hala çocuklar okul sorunu, insanlar hastane ve barınma sorunu yaşarken, sırf gösteriş olsun diye, sırf itibardan tasarruf edilmez zihniyetiyle, 150 milyon dolar para harcayıp, Lefkoşa’ya böyle bir beton yığını yaptırılmasıydı…
Türkiye’nin paçalarından para akıyor, refah içinde yüzüyor olsaydı, kimse buraya böyle bir yatırım yapılmasına karşı çıkmazdı, hatta alkış bile tutardı, ama zaman o zaman değildi, beton yığınına gömülen para geneli büyük maddi sıkıntı yaşayan Türkiye vatandaşının cebinden çıkan paraydı ve AKP iktidarı KKTC’de şov yapacak diye resmen cevizcinin çuvalından oynadı…
Aslında KKTC’nin para sorunu yoktur, kaynakların yönetilememesi ve kötü siyasi yönetim sorunu vardır.
Örneğin, sadece bu ülkeye ithal edilen suçluların işledikleri suçlar nedeniyle hapse atıldıklarında devlete yıllık maliyetleri 30 milyon doların üzerindedir, yani çeşitli kılıklarda suçlu ithal etmesek, ülkemiz daha güvenli bir yer olsa, suçlulara harcanan paralarla sadece beş senede Türkiye’nin yaptığının aynısı yapılırdı, ya da en az 30 tane tam donanımlı okul yapılırdı, ya da on tane daha donanımlı hastane yapılırdı…
Yerleşkeye harcanan parayla yerle bir olmuş deprem bölgesine de en az 50 tane donanımlı okul yapılabilirdi, 20 tane hastane yapılabilirdi, binlerce depreme dayanıklı konut yapılabilirdi…
Biz ithal suçluların devlet tarafından bakımına, cezasına bu paraları harcarken AKP Türkiye’de vatandaşın cebinden topladığı parayla bize hiçbir aciliyeti olmayan bir yatırım yapıyor, bu da toplum tarafından kabullenilmiyor, zaten vicdanen de kabullenilmesi mümkün değildir, vicdanen bunu kabullenmek Türk milletine ve Türkiye’ye haksızlıktır!
Ayrıca, bu toplum 74’den sonraki en büyük yıkımını ve travmayı AKP iktidarı döneminde yaşadı, Şampiyon Meleklerimiz, annelerimiz, öğretmenlerimiz ve daha niceleri 6 Şubat depreminde rant hırsı, ahlaksızlık, vicdansızlık uğruna katledildi, milyonlarca insan perişan oldu, onları mahveden, katleden alçağın en dibi mahlukatlara da tamamen göstermelik, ödül gibi cezalar verildi, kimi hapiste keyfini sürerken, kimi de hapis cezası almasına rağmen yakalanmadı, kimine halen dava bile açılmadı, İsias felaketinden sorumlu kamudaki katillerin davaları da göstermelik bir şekilde başlatıldı, ama doğrudan sorumlu olmalarına rağmen hiçbiri tutuklanmadı bile…
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, İsias davasında hapis cezası verdiği bir katili, Hasan Aslan denen gedikli katili, güya bulamadı, herif hala sokakta geziyor!!!…Çocuklarımızın, insanlarımızın rant hırsı uğruna katledildiği yetmezmiş gibi, bir de hukuk ve insani adalet katledildi, ve hemen arkasından da külliyenin açılışı yapıldı, bu şartlar altında da kimse başını çevirip de külliye tarafına bakmadı, zerre zırnık değer vermedi bile…6 Şubat felaketinin acısı ortak acımız oldu ama AKP zihniyeti buna kader, fıtrat deyip, suçu da Tanrı’ya yükleyince, suçluların bir kısmı halen sokakta gezerken bir kısmına da ödül gibi cezalar verilince, AKP Kıbrıs Türkü için tamamen bitti…
Ta 2000li yılların başından beri AKP iktidarında özellikle deprem davalarında insani adalet sisteminin çatır çatır çökmesiyle birlikte hukuk guguk oldu, sırf bu yüzden de değil öyle elli bin filan, Tanrı bilir kaç yüzbin insan katledildi, mahvoldu, milyonlarcası da perişan oldu…
Tarifsiz bir sahtekarlıkla, vicdansızlıkla, ahlaksızlıkla yapılan kaçak göçek bina müsveddelerine sırf siyasi rant ve popülizm uğruna defalarca af çıkarmasalardı, akılla, mantıkla, bilimle yürüseler ve mevcut yasaları uygulasalardı, uygulatsalardı, ahlaksızları, sahtekarları caydırıcı cezalarla cezalandırsalardı, 6 Şubat felaketi kesinlikle bu boyutta yaşanmayacaktı, yaşansa bile yıkım ve katliam dehşetengiz boyutlarda olmayacaktı…
Bir başka fiyasko; Ta 2018’den beri Rum tarafıyla dirsek temasında olan Türki Cumhuriyetlerinin en büyükleri, ki AKP bunlara ağabeylik taslıyordu, günün sonunda Rum tarafında elçiliklerini açmaya kalkıştılar, Rum tarafını Kıbrıs’ın resmi devleti olarak tanıdılar…Ortaya çıktı ki bu süreçte AKP’nin haberinin olmaması mümkün değildi, ancak gıkı bile çıkmadı, çünkü artık uluslar arası arenada kimse AKP iktidarına zerre kadar saygı filan duymuyor, ilişkiler tamamen göstermelik düzeyde…
Tam da noluyoruz, niye arkadan vuruluyoruz derken, gündemi saptırmak için aniden AKP tetikçileri KKTC’de bir türban meselesi peydahladı, kendi ırkdaşlarımızdan yediğimiz uluslar arası siyasi golü hedef saptırarak kamufle etmeye çalıştılar, eh, hakkını vermek lazım, biraz olsun başardılar da…Bugün Türki Cumhuriyetlerinden yediğimiz kazık tamamen unutuldu, gitti…
Ortalık iyice alevlenmişken, işi daha da ateşlemek, yangını büyütmek için, siyasal İslamın en pespayesinden tetikçisi bir saray beslemesinin ve köşe yazarı kılığındaki bir parti tetikçisinin Kıbrıs Türkünün Başbakanını ve Kıbrıs Türkünü aşağılayıcı laflar etmesi, Kıbrıs Türkünü Rumcu bile değil, doğrudan Rum ilan etmesi ve Kıbrıs Türküne karşı bir harekat düzenlenmesi talepleri, yine siyasal İslamın beslemesi ve tetikçisi bir imam müsveddesinin de Kıbrıs Türküne hakaret etmesi işin tuzu biberi, bardağı taşıran son damla oldu…
Elbette bunlar kasıtlı, amaçlı, bilinçli provokatif eylemlerdi, tepki doğuracağı bile bile yapılan organize saldırılardı, çünkü AKP zihniyeti kendi beceriksizliklerini ve hatalarını örtbas etmek için kaostan, bölücülükten, nefretten, kavgadan, tahrikten beslenen siyasal İslam tarzından başından beri hiç vazgeçmedi…Her çuvalladıklarında aldatıldık dediler, kandırıldık dediler, Rabbim affetsin dediler, hatta ve hatta, Allah böyle istiyor, bunları bize Allah yaptırıyor bile dediler, ama bu zihniyetinin ve tarzın kendilerini iyice yalnızlaştırdığının, böl yönet politikasının ters teptiğini, her şeyin artık iyice ayan beyan ortada olduğunun ve artık toplumun çok sert hatlarla kamplara bölündüğünün, bu kamplaşmanın da kimseye faydası olmadığının inatla görmezden geldiler, aksi takdirde bugünlere bu şekilde zaten gelinmezdi…
Böyle bir süreçte provokasyonla sürdürülen kavganın kazananı yoktur, kazanan da zaten başından kaybetmiştir, böylesi kavgalara giren herkes kaybeder…Günü geldiğinde bir şekilde bedel de ödenecektir, tarih tekerrürden ibarettir, keser döner sap döner, gün gelir devran döner…
Ancak bütün bu yaşananlar Kıbrıs Türkünün Türkiye’ye ve Türk milletine olan bağlılığını sarsmaz, birileri suları kasten bulandırsa da, Kıbrıs Türkü ve Türk milletinin bağlarının kopması veya zedelenmesi olasılık dahilinde değildir…Tarihte çok daha zor zamanlardan geçtik de birbirimizden kopmadık, elinin dokunduğu her şeyi mahveden emperyalist uşağı siyasal İslamın aymazlıkları yüzünden kopacak filan da değiliz…
…………………
Amerikan emperyalizminin icadı, 40 binden fazla askerin 10 binden fazla vatandaşın, yüzlerce öğretmenin, memurun katlinden sorumlu PKK silah bırakıyormuş!
Artık silahsız siyaset yapacakmış!
Aman ne güzel!
Emperyalizmin tetikçi taşeronu olarak çocuk çoluk demeden onbinlerce masum insanı vahşice katlet, devlete ve millete trilyonlarca dolarlık zarar ziyan yarat, sonra da körler sağırlar birbirini ağırlar taktiğiyle mağdurları ve mazlumları oyna!
Sanki TBMM’deki seçilmiş uzantıları bugüne kadar hamaset değil, siyaset yapıyordu!
Hadi şu körler sağırlar birbirini ağırlar tiyatrosundaki yönetmenlere birkaç soru soralım;
Birinci soru; Türk Silahlı Kuvvetleri ve polis gerek yurt içinde gerekse yurt dışında, sınırların ötesinde PKK’nın canına bir kez daha okumuşken, nefesini kesmişken, işini nerdeyse tamamen bitirmişken, bir kez daha PKK’yı allayıp pullama hikayesi nerden çıktı!!!…Bayram değil, seyran değil, AKP-MHP ikilisiyle DEM-PKK ikilisi birdenbire niye öpüştüler, kucaklaştılar, canciğer birader oldular, birbirlerini bağırlarına bastılar, üstelik de tam da Suriye’de emperyalist uşağı cihatçı teröristlerle Kürt teröristlerin iktidarı ele geçirdiği, Suriye’nin artık bir terör devleti olduğu bir zamanda…Ve AKP-MHP ikilisi bunları da sevgiyle kucakladı, bağrına bastı…
İkinci soru; 45 yıldır PKK’nın idare ettiği yıllık milyarlarca dolarlık rantı olan silah ve uyuşturucu kaçakçılığını bölgede artık kim idare edecek!…Terör yoksa silah ve uyuşturucu kaçakçılığından gelen finansmana da gerek yok mu diyecekler!…Var mı böyle bir dünya!!!
Üçüncü ve en önemli soru; PKK ve Ortadoğu’daki tüm terör örgütlerinin yaratıcısı, eğiticisi, donatıcısı, ve esas yöneticisi ABD emperyalizminin şimdiki patronu Trump iktidarı bu işin neresinde?
Dördüncü ve en basit soru; Sokağı tamamen kaybeden, oy oranı çakılan ve bir sonraki seçimde böyle giderse muhalefete düşecek, muhalefete düşmekle de kalmayacak, büyük ihtimalle son yüzyılın ve Cumhuriyet tarihinin en büyük yargı operasyonuna maruz kalacak olan AKP ve koltuk değneği MHP, şimdi DEM’in desteğini alarak, Anayasa’yı değiştirme ve siyasi ömürlerini uzatma hedefine ulaşabilecek mi?…
Beşinci ve kritik bir soru; Devleti yıkmak için eline silah alan, 50 binden fazla vatandaşı katleden emperyalist uşağı, tetikçisi katillerin cezası ne olacak, Türkiye düşmanı emperyalistlerin gedikli uşağı katillerin 45 senedir devlete, ülkeye, millete verdikleri zararın bedelini kim, nasıl ödeyecek?
Bu süreçte bilip de çıkarları gereği bilmemezliğe geldikleri bir nokta var, DEM demek PKK demektir, PKK demek Amerikan emperyalizmi demektir, Amerikan emperyalizminin Doğu Akdeniz coğrafyasında son yüzyılda bir numaralı hedefi de İslam dünyasının tek laik devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni bölüp parçalamaktır, AKP-MHP ikilisi de bu senaryoda tıpkı DEM-PKK ikilisi gibi, sadece son kullanım tarihli iki piyondur…
Dolayısıyla, bu süreçte DEM’in AKP’ye bir kuruşluk yardımı olacaksa, özellikle de Anayasa’yı maymuna çevirme isteği doğrultusunda DEM bir katkı koyacaksa, karşılığında da dehşetli bir çıkar elde edecektir, o çıkar da Türkiye Cumhuriyeti’ni dosdoğru yıkıma götürecek bir çıkar olacaktır, tıpkı Amerikan emperyalizminin yüz yıllık hedefinde olduğu gibi…
Elbette bunu yapabilmek için önce demokrasinin gereği bir referandumla Türk milletini geçmeleri gerekecektir ama bu da beyhude çabadır, bu vakitten sonra AKP-MHP-DEM-PKK dörtlüsü gerek kendi gerekse bölgedeki Amerikan çıkarları için ne yaparlarsa yapsınlar, demokratik yollarla Anayasa’yı filan değiştiremezler…
Ha, demokrasiyi ve hukuğu katlederlerse, o zaman başka…Zaten demokrasinin bunlar için sadece amaçlarına ulaşacakları bir araç olduğunu daha önce defaeten dile getirmişlerdi…O zaman da şu ana kadar bunlara sabreden, zoraki uyuyan devden farksız olan Türk milleti uyanırsa, üzerindeki ölü toprağını atarsa, işleri yine zor!!!
Zaten PKK’nın yaptığı fesih açıklaması şartlarına baktığınızda, ki noktasından virgülüne şimdiki ABD iktidarının kontrolünden geçmiştir, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerine saldırıldığını, kendisini de meşrulaştırma çabalarını görürsünüz, başka da bir şey değil…
Neticede, DEM ile zaten TBMM’de, aktif siyasetin ve hamasetin içinde olan PKK kendini fesih etme derdinde değil, Mesih etme derdindedir… “Kendimizi feshettik” demekle de organik yapısı hiçbir şekilde ortadan kalkacak filan değil… ABD, Yunanistan, İngiltere, Fransa, Rusya, İran ve Arap destekli olarak 45 yılda kurdukları düzende öyle bir çıkar çarkı kurdular ki, terörü öyle bir sektörleştirdiler ki, PKKnın organik yapısının ortadan kaldırılmasının imkan ve ihtimali yoktur, sadece kılık değiştirip, yeni bir senaryo ile Türkiye’yi bölme, parçalama görevine devam edecek, silahı bıraktık dese de asla bırakmayacak…
Neticede PKK, ta 1922’de Cumhuriyet’e karşı başlatılan emperyalist destekli (ABD, İngiltere, Fransa ve Yunanistan başta olmak üzere) bölücü Kürt isyanlarının sadece bir uzantısıdır, başka da hiçbir şey değildir, nihai amaç da Atatürk ve TSK’nın Türk milletiyle bütünleşerek, emsalsiz bir Kurtuluş Savaşı ile emperyalistleri dize getirerek kurduğu Cumhuriyet’i ortadan kaldırmaktır…
………………………..
Bol hamaset, sıfır kalite siyaset dedik ya, bizim memlekette de durum farklı değil; Sıfırı çoktan tüketmiş olan Kudret Özersay aklınca muhalefet yapayım derken şimdi de Emrah Yeşilırmak’ın diplomasına taktı…
Yeşilırmak’ın dokunulmazlığının kaldırılması konusunda rapor hazırlayan Meclis komitesinde UBPli üç vekil red oyu kullanınca, kalktı bu üç vekilin posterini hazırlattı, bilboardlara astı, aklınca onları teşhir etti, aşağıladı, sert muhalefet yaptı…
Geçmişte Özersay’ı fırıldak, tutarsız, buram buram provokasyon kokan politikalarından dolayı fazlasıyla eleştirdim, hatta zaman zaman çok da şiddetli eleştirdim, ama eleştirilerime karşı tek bir kelime bile etmedi, aslında edemedi, hatta kendisini bir TV programında canlı yayına da ısrarla davet ettim, ama ısrarla gelmedi…
4’lü koalisyon döneminde koalisyonu bozup da UBP’nin iktidarına yol açan ta kendisiydi, sonra da köşeye sıkışınca hem partisinin desteğini kaybetti, hem de halka sattığı hayallerin yalan dolandan, hamasetten başka bir şey olmadığı apaçık ortaya çıktı, seçimde de yerin dibine çakıldı, hırsından ne yapacağını şaşırdı, ama inatla halkın yakasından düşmemekte de ısrar etti…
Yeşilırmak’ın diploma hikayesine gelince, bak refiğim, hem de iyi bak ve oku; bir diplomanın şaibeli olup olmadığına karar verecek merci ne polistir, ne de savcılıktır, o merci YÖDAK’tır, ama ne gariptir ki, YÖDAK da en şaibeli dönemini senin iktidar olduğun dönemde yaşamıştır…Hatırlarsın, değil mi!!!
Ayrıca, diploma şaibeliyse, eğer karşılıklı haksız menfaat elde edilmediyse, diplomayı alan değil, esasen şaibeli şekilde veren sorumludur…Neticede, bu diploma bir kuruma rüşvet vererek veya karşılıklı haksız maddi menfaat sağlayarak elde edilmemiştir, kurum tarafından bir şekilde işler kolaylaştırılarak şahısa verilmiştir (ki böyle yapılıp yapılmadığı bile şüphelidir), böyle bir durumda hesap sorulacaksa önce verenden sorulmalıdır, verenden izahat istenmelidir, veren hatasını kabul ederse diploma da gerekçeleri izah edilerek iptal edilir, şahıs eğer iptal edilen branşta yeniden diploma almak isterse ve kendisine kurum tarafından da bu hak tanınırsa, atlanan, gözden kaçan şartları yerine getirmek için yeniden akademik süreç içine girer, başarılı olursa diplomasını alır…Ama sen akademisyenliği nasıl öğrendiysen, ya da ustaların zamanında sana nasıl öğrettiyse, akademik alfabeyi karman çorman, işine geldiği gibi okumayı öğrenmişsin, siyasetin samanıyla akademisyenliğin sapını birbirine fena karıştırmışsın, belli ki…İlk seçimde, halktan okkalı bir tokat daha yiyeceksin, benden söylemesi…
Geçmişte defalarca yazıp söyledim, siyaset yapacağım diye hamaset yapmanın, kısacası siyasi hamasetin kimseye faydası yoktur…Siyasette Nazi propaganda usulünü benimsersen, siyasi rakibe sürekli saldırayım, iftira atayım, çarpıtayım, çamur atayım izi kalsın yöntemiyle siyaset yapayım dersen, sürekli hamasetten ve provokasyondan medet umarsan, günün sonunda karşındakini belki bir kandırırsın, iki kandırırsın, üçüncüde yalancının, sahtekarın, provokatörün Allahının ta kendisinin kim olduğu ortaya çıkar, ve yine günün sonunda hamasetten, provokasyondan, sansasyondan beslenen bir iki medya soytarısının maymunu, tetikçisi olduğunla kalırsın, o da şanslıysan…Maalesef ki, bizim coğrafyada bu tarz siyasetçiler bir şekilde ürüyor, dahası, bir mekanizma tarafından özellikle üretiliyorlar…
Aziz Nesin’in Zübük isimli bir romanı vardı, romanın ana temasında çıkarı uğruna her kılığa giren, sözüne güvenilmez, sinsi, dolandırıcı, yalancı, sahtekar, din sömürgeni, elinden Kur’an, dilinden yalan eksik olmayan, sürekli provokatif işlerle uğraşan, sürekli gündemi saptıran, sansasyonel işlerle kendi hatalarını örtmeye çalışan, sürekli kendi suçlarını ve hatalarını başkalarına, özellikle de kendisini eleştirenlere mal eden, madrabaz bir politikacı tiplemesine ve bu tür politikacıyı yaratan, kabullenen, içselleştiren, sonra da dizini döven ama hatayı asla kendinde aramayan, hep bir günah keçisi arayan, arabesk kültürü kabullenen, ezildiğinde hakkını aramak yerine kendi kendisine acıyan, kendi kendisini zavallılaştıran, her türlü haksızlığa boyun eğen, bu zihniyetle de cehaleti ve sefaleti kabullenen, sömürülmeyi içselleştiren toplumsal yapıya eleştiri vardı…
Tanıdık geliyor mu?
……………………….
Leşker-i Tayyibe!
Eminin çoğunuz adını bile duymamışsınızdır…
Ancak son yüz yıllık siyasi tarihi yakından bilenler bunları da mutlaka biliyorlardır…
Asya’da, Amerikan icadı El Kaide ve Taliban’ın uzantısı olarak faaliyet gösteren, emperyalizmin uşağı siyasal İslamın taşeronu, fanatik, sapık, gözü dönmüş katillerden oluşmuş cihatçı bir çapulcu sürüsü…
1980lerin sonlarında Pakistan hükümeti tarafından desteklenerek kuruldu, Çin tarafından da bir şekilde siyasi olarak desteklendi ve özellikle Hindistan’a karşı terör saldırılarında kullanıldı, halen de kullanılıyor…Birçok terör eylemi düzenlediler ama adlarını yüksek sesle 2008’deki Mumbai saldırılarında duyurdular, bu saldırılarda bir avuç çapulcu önlerine geleni katletti, ki bunların arasında Amerikalı turistler de vardı…
Geçtiğimiz haftalarda Kıbrıs sorunundan biraz daha uzun soluklu bir uluslar arası sorun olan Keşmir’de Hintli turistlere karşı bir terör eylemi düzenlediler, 26 Hintli turisti katlettiler, birçok insanı yaraladılar, ve hemen akabinde ise bu saldırı yüzünden Hindistan ve Pakistan bir nükleer savaşın eşiğine geldi…
Nükleer bombalar kullanılmadı ama taraflar birbirlerine füzeler yağdırdılar, resmi rakamlara göre durduk yerde her iki taraftan da yüzlerce masum insan boşu boşuna katledildi…
Dünyadaki bütün emperyalizm artığı siyasal İslamcılar Pakistan’ı desteklediler, cihatçı katillerin yediği halta arka çıkmaya çalıştılar… Ancak Rusya, İsrail, Amerika gibi ağır abiler Hindistan’ı desteklediler (Pakistan ABD’nin Asya’daki arka bahçesi gibi olmasına rağmen), Çin ise sessiz kaldı, Amerika “kesin şu saçmalığı” dedi, kestiler, siyasal İslamcılar da kuyruklarını kıstırıp, köşelerine çekildiler…
Ancak bu iş burada bitti diye sanıyorsanız, yanılıyorsunuz demektir, Hindistan öyle kolay kolay pes etmez…Hoş, Hindistan’ın içinde de sayısız fanatik dinci var ama zararları kendilerinedir, emperyalizmin icadı siyasal İslamın çapulcu cihatçıları gibi önlerine geleni, kendi dinlerinden olsa bile, gırtlaklayıp, parçalamazlar…
Ve bu olay, tam da Ukrayna-Rusya savaşı nihayete erecek gibi olduğu bir anda ortaya çıktı, yani biri bitmeden yeni bir savaş başlatıldı, ve yine siyasal İslamın tetikçileri tarafından başlatıldı…
Tesadüf mü, hiç de değil…
Bu olay tam da Amerika Asya’daki ticari dengeleri kendi lehine yeniden oluşturmaya çalışırken oldu…
Artık uluslar arası çıkarlar söz konusu olduğunda psikolojik savaşla aktif savaş aynı anda, etki-tepki süreci birbirini bütünleyecek ve destekleyecek şekilde kullanılıyor…
Yine iş geliyor, irili ufaklı “zübüklerin” marifetlerine dayanıyor…
Işıklar yoldaşın olsun Aziz Nesin, senin zübüklerden hala ne biz kurtulabildik, ne de dünya kurtulabildi…





