Türkiye halkı için karar verme zamanı geldi. Pazar günü seçmenler parlamenter sistemle “Türk tipi başkanlık” sistemi arasında seçim yapacaklar. 16 Nisan Türkiye siyasal yaşamı için dönüm noktası olacak. Türkiye bir süredir demokrasinin zayıfladığı, otoriterleşmenin güçlendiği bir zeminde ilerliyordu. Referandumun sonucu bu eğilimin kaderini belirleyecek. Demokrasinin en temel ilkelerinden biri olan kuvvetler ayrılığı yerine yürütmenin yasama ve yargı üzerinde hakimiyeti nasıl sonuçlar doğuracak?Türkiye’nin demokratikleşmesi başka bahara mı kalacak?Türkiye halkı seçimini yapacak ve kararının sonuçlarını yaşayacak.
Halkın seçimini yapması öncesinde iki tarafın eşit ve adil koşullarda argümanlarını aktarabilmesi, yarışabilmesi çok önemlidir. İngilizce’de buna “level playing field” denir. Yarışta, rekabette eşit, adil fırsatlara sahip olma anlamına gelir. Oyun sahası bir taraf lehine meyilli ise yarış adil olmaz. Oyunun kurallarının ve koşullarının oyuna katılan tüm taraflar için eşit olması gerekir.
Referandum öncesinde böylesi adil koşullar var mıydı? Öncelikle referandum OHAL koşullarında gerçekleşiyor. OHAL, anayasa değişikliği gibi önemli bir oylama için uygun demokratik ortamı sağlıyor mu? İktidarın devlet olanaklarını kullanması, basının, medyanın önemli bir kısmının “yandaş” (yani seçmene doğru bilgi veren değil onu kendi tarafına kazanmaya çalışan) olması, çok sayıda muhalif gazetecinin hapislerdeolması, üniversitelerin muhalif akademisyenlerden arındırılmış olması, oluşan korku ortamı gibi faktörler kampanyanın adil olmasını mümkün kılıyor mu?Sanırım hiç kimse “bu kampanyaadildi” diyecek durumda değil. Ancak yarışın adil olmaması güçlü konumdaki taraf için sorun oluşturmuyor. Onlar için hedef kazanmak. İstedikleri sonucu alırlarsa “halkın iradesitecelli etti” diyecekler ve konu kapanmış olacak.
“Türk tipi başkanlık sistemine” onay verilmesini isteyenler bu sistemin neden Türkiye için daha iyi olacağını izah etmekten çok “hayır” diyenleri karalama, Almanya, Hollanda gibi ülkelerle gerginliği tırmandırma üzerinden kampanya yürüttüler. Önerilen anayasa değişiliklerinin içeriği konusunda ikna edici pek bir şey duyamadık. Zaten “evet” diyenlerin çoğu önerilerin içeriğinden çok önerene göre tavır belirliyorlar. Halbuki en önemli konu önerilerin içeriğidir. İçerik konusunda Venedik Komisyonu’nun raporunu hatırlamak gerek. “Venedik Komisyonu da kim?” diyenlere AK Parti iktidarının ilk anayasa girişimlerinde bu komisyona sık sık atıfta bulunduğunu hatırlatalım. Venedik Komisyonu ne diyor? “Gerekli kuvvetler ayrılığı mekanizmasının ortadan kaldırılmasıyla değişiklikler, güçler ayrılığına dayanan demokratik başkanlık sistemine değil, otoriter bir başkanlık sistemine dönüşme riski taşıyor.” İşin püf noktası bu. Raporda başka önemli tespitlerin yanısıra değişikliklerin yargı bağımsızlığını daha da zayıflatacağı belirtiliyor. Türkiye’de yargı bağımsızlığı zaten çok aşınmış durumda. Yürütmenin yargıya hakim olduğu sistemler demokrasi olabilir mi? Venedik Komisyonu raporu yeterli düzeyde tartışılmadı.
2002 sonrasında yapılan reformlarla, demokratik açılımlarla yükselen yıldızlar arasına giren, bölgesine model olması umut edilenTürkiye artık gerilerde kaldı. Bölgesinde ve dünyada yalnızlaştı. Buna “değerli yalnızlık” denmesi sonucu değiştirmiyor. İçe kapanan Türkiye, zayıflayan Türkiye olacaktır. Dünyaya açılan Türkiye vizyonuna geri dönülmesi gerekir. İçte var olan ciddi sorunlar çözüm bekliyor. Ülkenin iç barışa, istikrara, hızlı ekonomik kalınmaya, refah düzeyini artırmaya ihtiyacı var. Bunların gerçekleşmesi için kutuplaşmanın sona ermesi, çoğulculuğun, hukukun üstünlüğünün, kuvvetler ayrılığının, basın ve ifade özgürlüğünün, yani demokratik bir sistemin varlığı şart. Önerilen anayasa değişilikleri bunu sağlayacak mı? Önerileri destekleyenler kuşkusuz bu soruya “sağlayacak” cevabını veriyorlar. Bunun nasıl olacağı konusunda ikna edici olamıyorlar. Referandumdan “evet” sonucu çıkarsa önerilen sistemin sınavı başlayacak. Ondan sonra başka mazeret üretemeyecekler. “Mağduruz” diyemeyecekler. Bakalım vaad ettikleri gerçekleşecek mi?
Referandum sürecinden önce de Türkiye kutuplaşmış bir ülke durumundaydı. Referandum süreci kutuplaşmayı daha da artırdı. Referandum sonucu ne olursa olsun aradaki fark büyük olmayacak. 17 Nisan günü yarısı bayram eden, yarısı karamsarlık ve üzüntü yaşayan bir toplum tablosu ortaya çıkacak. İlk görev bu durumu aşamak, tansiyonu düşürmek olmalı. Bunun için kavgacı, karalayıcı, ötekileştirici, kibirli söylemlerin aşılıp birleştirici söylemlerin benimsenmesi gerekecek. Ülkeyi zor bir dönem bekliyor. Türkiye tarihi bir dönüm noktasında. Halk önüne konan sandığı iyi değerlendirsin.